27 Ekim 2012 Cumartesi

Euroleague 3. hafta değerlendirmesi

Euroleague'in 3. haftasını da geride bıraktık. Geride kalan üç haftanın ardından, bizim adımıza sevindirici bir gelişme olarak, Jordan Farmar'ın 2012-2013 EL sezonunun majesteleri olmaya aday olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun yanında, takımlar artık son rötuşlarını yapmaya başladılar. Haftanın en dikkat çeken hadiseleri arasında sanırım Montepaschi Siena'nın ve Olympiacos'un 'fiilen' teslim bayrağını çekmelerini gösterebiliriz. Bu iki takım, son on yılın en büyük ekollerinden ikisi, son ana kadar da potansiyellerini zorlayacak ve prestijlerini korumak isteyeceklerdir fakat artık zaman, onların zamanı değil gibi görünüyor. Öte yandan, Zalgiris Kaunas ise, Litvanya'nın EL'deki makus talihini bu sene -eğer takım sahibi Vladimir Romanov, koç Plaza'yı da kafatası koleksiyonuna dahil etmezse- yenecek gibi. Onlar adına 5. haftadaki Efes deplasmanı ilerisi için önemli bir gösterge olacaktır. Üçüncü haftanın ardından, temsilcilerimiz dışında en çok akılda kalan oyuncular ve takımları ise şunlardı: Real Madrid'den Rudy Fernandez ( 8/12 iç saha, 3/5 üç sayı isabeti ile 21 sayı, 5 asist, 3 top çalma ve 2 ribaund ) ve Caja Laboral'den Nemanja Bjelica (8/13 saha içi, 2/3 üç sayı isabeti ile 20 sayı 9 ribaund ).
Takımlarımızdan Beşiktaş ve FB Ülker ise bu hafta ilk kez mağlubiyetle tanıştılar. 3'te 3 yaptığımız bir haftanın ardından, pek de tatmin edici ( Cedevita gibi rakiplere karşı içeride alınan galibiyetler, artık pek sevindirici özelliğe sahip değiller ne yazık ki (!)) bir hafta değildi; haftayı 1-2 ile kapattık. İşte temsilcilerimizin üçüncü hafta performanslarının değerlendirmeleri:


Fenerbahçe Ülker 75 - 83 Real Madrid

Euroleague'in 3. haftasında temsilcimiz, grup birinciliği açısından hayati önemdeki maçta, Real Madrid'in kazanması için elinden gelen her şeyi yaparak kaybetti. Fenerbahçe Ülker maçın başından itibaren Draper, Rodriguez ve Fernandez gibi çok hızlı ellere sahip guardlara karşı felaket bir pas oyunu oynadı. Real Madrid Euroleague'in açık alan oyununu açık ara en çok seven takımı. Ve eğer siz böyle bir takıma karşı, özellikle pivotlarınızla topu buluştururken bu denli dikkatsiz olursanız (FB bu maçta toplam 18 top kaybı yaptı) yenilgi kaçınılmaz olur. Fenerbahçe, Real Madrid'in kısalarının top hırsızlığına karşı çaresiz kalırken, boyalı alanda da felaket bir performans sergiledi. Sarı-lacivertliler hem hücumda hem de savunmada pick'n roll oyununda (McCalebb'in patlayıcılığı bileğindeki sakatlık yüzünden hiç yeterli değildi) ve transition savunmasında felaketti. Bunun üstüne bir de Real Madrid'in maç boyunca aldığı 14 hücum ribaundunu da hesaba katarsak ortaya çıkan tablo pek şaşırtıcı olmuyor.

Oğuz, Batiste ve Andersen, özellikle ilk yarıda Begic, Slaughter ve Mirotic'e karşı çok zorlandılar, özellikle Begic sayesinde Madrid ilk yarıda potaya gitmekte hiç zorlanmadı, öyle ki Begic hızlı pas oyunlarını bitirme konusunda ilk yarı boyunca hatasızdı (7/7 saha içi isabetiyle 14 sayı buldu). Jaycee Carroll ise ilk yarıda bir başka fark yaratan isimdi; Fenerbahçe'nin adam paylaşımındaki sorunlara çözüm getirememesini iyi değerlendirdi. Fenerbahçe adınaysa ilk yarıda Andersen ve Preldzic skora katkılarıyla farkın 6 sayıda kalmasını sağlayan isimlerdi.


İkinci yarının başında, Türk takımlarının artık kanıksadığımız ''ikinci yarı başı rehaveti'' sonucu fark 4 dakika içinde 15'e çıktı: 31-46. Bu dakikadan itibaren, Bogdanovic ve Preldzic hücumda, İlkan da savunmada takıma hareketlilik getirince Fenerbahçe oyunu dengelemeye başladı. Bu üçlüye son çeyrekte Ömer Onan da üçlükleriyle katkı yapınca fark üçe kadar indi fakat Rudy Fernandez'in son bölümdeki dominasyonu ve Ömer Onan'ın kırılma anlarında yaptığı iki top kaybı maçın kopmasına neden oldu.
Fernandez'le ilgili de bir şeyler söylemek boynumuzun borcu. Hızlı hücumlardaki becerisi, pas oyunundaki kararları, birebirlerde geriye çekilerek attığı isabetli şutlarla ve hücum estetiğiyle kalibresinin Euroleague'e fazla geldiğini bir kez daha kanıtladı. Madrid eğer Top 16'da uzunlarından daha fazla verim almaya başlayabilirse, Fernandez'in liderliğinde F4 sürpriz olmaz.


Fenerbahçe maç boyunca Real Madrid'e karşı yapmaması gereken bütün hataları yapmasına rağmen sadece sekiz farkla yenildi; bu da tek sevindirici noktaydı. Bu noktada yenilgiyi değerlendirirken Pianigiani'ye de bir parantez açmak lazım. Madrid'in hızlı uzunlarına karşı çok yavaş kalan Oğuz, Batiste ve Andersen'in aldığı sürelerden ikişer dakika kısıp İlkan'ın biraz daha fazla sahada kalmasını sağlayabilseydi Madrid boyalı alanda bu kadar fazla şans bulamazdı. Zira İlkan hem perde sonrası adamını takip etme konusunda gerçekten çok dikkatli hem de önemli bir blok tehdidi. Boyalı alan savunmasının yanında Madrid'in hızlı pas oyununu da yavaşlatabilirdi çünkü elleri de ayakları kadar hızlı bir oyuncu İlkan.
Bir diğer konu da guard tercihleriyle ilgili: McCalebb'in hızı ve patlayıcılığı bu seviyedeyken, alternatif yaratma adına, oyunu kontrol etme ve yönetme konusunda Barış Ermiş, Bremer'dan kesinlikle daha iyi bir tercih. Bremer üç maçtır takımla çok uyumsuz gözükmesine rağmen Barış hak ettiği dakikaları bir türlü alamıyor. Union Olimpija deplasmanında, son dakikalarda attığı iki üçlükle maçı koparıp kredisini arttırmasına rağmen bu maçta hiç süre alamaması şaşırtıcıydı.


Takımın diğer aksayan yönlerinin düzelmesi için Pianigiani'nin yapabileceği pek bir şey yoktu; zira Fenerbahçe Ülker'in başrol oyuncularının hepsi yeni. Bu takımın birbirini tanıması için daha çok zamana ihtiyacı var. Yeni gelen oyuncular birer birer üzerlerindeki ölü toprağını atacaklardır, zaten bu maçta da sıra Andersen'deydi.
Yalnız bütün bu iyimser havama rağmen, oyunun bazı bölümlerinde hala Preldzic'in geçen seneki gibi ''buraların en büyüğü'' rolüne soyunması eski kötü hatıraları da hatırlatıyor maalesef. Preldzic tabii ki oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluk almaya devam edecektir, etsin de zaten; fakat Pianigiani'nin bazı kararları alma konusunda Spahija gibi paralize olması endişe verici.

-BERK ÇETİN


Barcelona Regal 72 - 60 Beşiktaş JK

Euroleague'deki ilk iki maçında bu ligin köklü ekiplerinden Partizan'ı evinde 16 sayı, sonrasında Euroleague'in en zor deplasmanlarından biri olarak kabul edilen Bamberg deplasmanında rakibine yine 15 sayı fark atarak parkeden ayrılan temsilcimiz bu maçların dönüşünde ise Türk Telekom ve Pınar Karşıyaka maçlarında sanılanın aksine çok fazla zorlandı. Ligdeki maçlarda Vidmar'ın Türk statüsünde oynayamaması, Falker'ı oynatamadığı için pota altı rotasyonunda darlık yaşayan takıma Curtis Jerrells'ın da yokluğunun eklenmesi ve Bamberg dönüşü kısa sürede İzmir'e deplasman yolculuğu yapılması sebebiyle Karşıyaka maçında kesin bir favori yoktu ve maçı Lee Dixon'ın skorer oyununa karşılık veremeyen Beşiktaş kaybetti. İkinci çeyrekte bir ara 20'ye kadar çıkan fark 4 sayıya kadar inmişti ve eğer Beşiktaş salt atarak kazanma düşüncesinde olmasa ve savunmaya da biraz odaklanabilseydi böyle bir sonuç almayabilirdi.


Barcelona maçına geçersek; back to back yapan bir takımın Euroleague'in şu andaki form durumları göz önünde bulundurulduğunda en iyi savunma yapan takımına karşı deplasmanda pek de varlık göstermesini beklemiyordum fakat kötü rotasyon ve faul problemlerine rağmen maç 3. çeyreğin sonlarına kadar epey çekişmeli geçti. Barça'nın maça 10-3'lük bir üstünlükle başlamasına karşın Beşiktaş skoru eşitlemekte çok da zorlanmadı. Her ne kadar hücumda genel olarak 2 oyuncunun eline bakılsa da Vidmar'ın iki pota altında da üstünlüğü vardı ki bu onun ilk devrenin uzun bölümünde sahada kalıp epey yorulmasına neden oldu; zira BBL' de oynayabilen 2 uzundan en çok süre alanı kendisi. Hücumun diğer opsiyonları Jerrells ve Christopher çok düşük yüzdelerle oynadılar. Hücumda set oynatabilecek tek oyun kurucu olan Tutku(Muratcan bu maçta felaketti, bahsini dahi açmıyorum) ile oynarken çok daha verimli görünen Christopher, Jerrells'ın bire bir hücumları sırasında koridoru boş tutmak için sabit bir şutör gibi üçlük çizgisinde sürekli çakılı kaldı. Vidmar'ın kenarda olduğu her dakikanın kendisi için avantaj olduğunun farkına varan Barış Hersek sahada olduğu 5 dakika süresince savunmada Jawai'ye eşleşme problemi yaşattı ve Tutku ile girdiği ikili oyunlarla 4 sayı 1 asist buldu; fakat hücumda boyalı alanda top alan Jawai'yi durdurmak, şu an için ne Hersek ne de başka bir savunmacı için pek mümkün gözükmüyor. Keza Huertas, karşısında Tutku ve Jerrells'ı bulunca çok kolay sayı üretti(Jasikevicius da bu ikiliye karşı 2/2 attı). Açıkçası ben Jerrells'ın enerjisini hücuma saklamak adına defansta ikinci viteste performans göstermesini anlayamıyorum. ''Savunmadan beslenen hücum'' sloganı altında birleşen bu takımda, hücumda diri kalmak adına savunmada en üst düzeyde efor sarf etmemesi gibi bir lükse hiçbir oyuncu sahip olamaz.


Normal şartlar altında son çeyreğe 7 sayı farkla girilen Barcelona deplasmanı çok yüksek ihtimalle ev sahibinin galibiyeti ile sonlanır; hele ki Barcelona son 5 dakikada 6 sayı atabilen bir takımla oynuyorsa. Vidmar'ın faul problemine girmesiyle, Kunter bu dakikalarda çok mantıklı bir hamle yapıp 5 kısaya dönüp risk aldı çünkü Barcelona deplasmanında alışılagelmiş bir beşle çok iyi bir oyun sergileseniz bile Beşiktaş gibi 'orta direk' bir takımsanız kazanmanız düşük ihtimaldir. Kısa beşe geçildiğinde yine Karşıyaka maçındaki gibi atarak kazanma isteği yerine savunmada top çalmaya yönelik hareketli bir alan savunması izleyebilseydik belki de Beşiktaş şu an Euroleague'in en çok konuşulan takımı olabilirdi.


Maç dışı fakat performansla ilgili birkaç eleştiri yapacak olursak:

1)Dasic'ten 3 numarada yararlanmak bir hata gibi gözüküyor çünkü asla Preldzic gibi bir dribblingçi olamaz ve 'size' avantajını savunmada kendi lehine kullanmak gibi bir hevesi de yok gibi gözüküyor. Bu yüzden hem BBL'de hem de Euroleague'de performans veremiyor. Potansiyeli kendisine biraz daha sabredilmesini sağlayacaktır fakat bir üst düzeydeki rekabet seviyesinde(muhtemel bir top 16) Beşiktaş Dasic ile ilgili umutlarını azaltacaktır.
2)Christopher çok üst düzey bir şutör ve maç içinde ısınma gibi bir problemi yok; fakat Kunter Beşiktaş'ın hücum şablonunu eğer kısa sürede değiştirmeyi düşünmüyorsa Jerrels ya da Christopher'dan birini bench'e çekip ikisini aynı anda çok kısıtlı bir süre sahada tutması çok daha mantıklı olacaktır; çünkü bu takımın geçen seneki gibi sıkıntılı anlarında hücumu sırtlayabilecek bir Hawkins'i yoksa da Christopher'ı olmalı.

Kaybedilen Barcelona deplasmanının aslında kayıp sayılmadığını herkes biliyor ve şimdi önemli olan Pazar günü oynanacak Tofaş maçıyla formsuz oyuncuların silkelenmelerini sağlayabilecek bir yöntem denemek ve CSKA maçı için hazırlanmak. Beşiktaş her ne kadar dar rotasyona sahip ve çaylak bir EL takımı olsa da, dört kupaya ve ligin en iyi koçlarından birine sahip takımdan hiç kimse TOP-16 'dan azını beklemiyor.

-MEHMET UMUR


Anadolu Efes 85 - 66 Cedevita Zagreb

Anadolu Efes, Euroleague'deki üçüncü sınavını Hırvat temsilcisi Cedevita Zagreb karşısında verdi. Efes Stanko Barac'ın sakatlığı sonrası Uruguaylı pivot Esteban Batista'lı bir uzun rotasyonuna sahipti. Cedevita Zagreb'de ise, sezon başında yapılan sağlık kontrollerinden geçememesine rağmen takımda tutulan Fenerbahçe Ülker'in eski oyuncusu Marko Tomas'ın henüz kadroya girememesi dikkat çekti. Tomas özellikle kısa forvet konusunda sıkıntı yaşayan Efes'e, bire bir oyunlarıyla problem çıkarabilirdi.


Bayram tatillerine denk gelen maçlarda taraftarların 'ya herro ya merro' tarzındaki tutumu hep dikkatimi çekmiştir. Dün de oldukça az olan taraftarların büyük bölümünü bayram harçlığını yeni almış gençler oluşturuyordu. Yalnız, Cedevita'yı Türkiye deplasmanında desteklemeye gelen azımsanmayacak sayıdaki Hırvat fanatikler de oldukça hoşuma gitti.
Tomas'ın yokluğunda, yine eski bir Beko Basketbol Ligi oyuncusu 'küçük çocuk' Marques Green gibi, geçen sezon Mahmuti'nin Galatasaray'daki gözdelerinden Luksa Andric ve Anadolu Efes'in geçen sezonki hüsranındaki başrollerden Vlado Ilievski gibi tanıdık simalar 12 kişilik Cedevita kadrosunda yer aldı.
Tanıdık simalar demişken, Mickael Gelabale hakkında da birkaç şey yazmak istiyorum. Avrupa basketbolunu son 10 yıldır takip eden herkese 2000'li yılların başlarında oldukça heyecan veren, atletik, Afro-Fransız bir genç vardı: Mickael Gelabale. Fakat mental problemleri yüzünden -fikrimce aynı jenerasyondaki Pietrus'lardan, son dönem yıldızı Nicolas Batum'dan daha yetenekli olsa da- en üst seviyelere hiçbir zaman gelemedi. Efes maçında da gördüğümüz gibi 30 yaşına gelen Gelabale'in 'heyecan verici' kimliği epey uzaklarda kaldı.



Maç öncesi Sinan, Gordon, Vujacic gibi oyunculara üstünlük sağlayabileceğini düşündüğüm Gelabale, erken iki faul alarak kenara gitti. Olympiacos maçında Spanoulis'i tutma görevini elinden geldiği kadar iyi yapan Sinan Güler'e, bu kez 1.65'lik Green'i tutma görevi verildi. Topa baskıyı üst seviye yapmaya çalışarak maça başlayan temsilcimiz, hücumda da Olympiacos maçında da üstünde durduğum hızlı hücumlarla ve Lucas - Dusko - Farmar üçlüsünün iyi oyunuyla bir anda öne fırladı. Tek problem ilk 3 dakikada verilen hücum ribauntlarıydı. Fakat totalde dış oyuncular ( Gordon-Farmar-Vujacic ) 16 ribaunt alarak beklentileri fazlasıyla karşıladılar. Oktay Mahmuti'nin kenardan uyarılarıyla, Jordan Farmar oyunun temposunu ilk yarı boyunca yüksek tuttu. Altı çizilmesi gereken diğer bir nokta da, özellikle NBA'de oynadığı dönemde zıvanadan çıkmasına aşina olduğumuz Farmar'ın, koçu tarafından (Gordon ve Tunçeri'nin de yardımıyla ) kontrol altında tutulmasıydı. Geçen yılki lokavt dönemini David Blatt'in Maccabi'sinde geçiren ve her maçta performansının üstüne koyan Farmar'ın şu ana kadarki Efes performansının harikulade olduğu yadsınamaz. Örneğin, Farmar'ın son iki Euroleague maçında oyun kurucuların verimini ölçen ve vasati olarak 2 oranı gösterilen asist/top kaybı oranı 18 (18/1) !!!


Farmar'ın yanında diğer organizasyon liderine de hakkını vermek lazım. Lucas Gordon Türkiye'ye geldiğinden beri oynadığı istikrarlı basketbolla herkesin takdirini kazandı. Sahaya akıl koyması, -yukarıda da yazdığım üzere- Farmar'ı dizginlemeye yetkin olması ve oyunun temposunu koçun isteğine göre ayarlayabiliyor olması Efes adına çok artı puanlar. Bunların yanında olağanüstü çabuk elleriyle, dirençli ve sert savunmasıyla hem pas kanallarını tıkayabiliyor hem de eşleştiği oyunculara arıza çıkarıyor; bu da yetmezmiş gibi hücumda da skora katkı yapınca, onu izlemesi çok keyifli bir hale geliyor.


Maça dönersek, Zagreb takımının özellikle ilk yarıda fazlaca top kaybetmesi Efes'e kolay fast-break imkanları sağladı ki temsilcimiz de bunu iyi değerlendirdi. Böylece ilk yarı 16 sayı farkla (44-28) sonuçlandı. Üçüncü çeyreğe daha sert savunmayla başlayan lacivert-beyazlılar, hücumda da doğru tercihler yaptı. Koç Maljkovic'in de bu olan bitene seyirci kalmasıyla beraber fark 20 sayının üzerine çıktı. Daha sonra özellikle Ilievski, kontrolü eline alarak tempoyu maç genelinin çok çok altına çekti. Üçüncü periyodun bitimine 3.20 kala oyuna dahil olan Vujacic ise tempoyu tekrar yukarı çekmeyi başardı. Üzerine dördüncü çeyreğin başındaki Kerem Tunçeri-Marko Car gerginliği de eklenince, açık farka rağmen maç tekrardan izlenir hale geldi. Son periyot tam anlamıyla 'Wright & Green vs. Vujacic'e döndü. Bu düellodan Sasha galip çıktı ve Efes 19 sayı farkla, temiz bir galibiyet elde etti.

-OZAN KEBAPÇI

2 yorum:

Adsız dedi ki...

daha geçen sezon efsane bir sezon geçiren yıllar sonra hem euroleague hem de yunanistan ligini kazanan ve üstelik kadrosunu büyük ölçüde koruyup stratos perperoglou'nu katan bir takım için miadı doldu demek erken değil mi? grup da gayet zor ayrıca.

Berk Çetin dedi ki...

Açıkçası, Ivkovic sonrası Bartzokas, elindeki malzemeyi kullanabileceği en kötü şekilde kullanıyor. Printezis, Gecevicius ve Papanikolau'ya insiyatif vermek yerine Kyle Hines(yeteneklerini tartışmıyorum, yanlış anlamayın)'a birebir oynatmayı tercih ediyor, ve bunu sıklıkla uyguluyor. Dediğiniz gibi kadro korundu üstüne Perperoglou geldi fakat Euroleague'in kadro verimliliği açısından en kötü takımı bence. Ve eğer geçen seneki başarı üstüne bu sene top-16'ya kalsalar bile angelopoulos kardeşler bu bol opsiyonlu kadroyu dağıtmayı dahi düşünebilirler. O zaman da on sene öncesine dönmüş olurlar.
Her ne olursa olsun, yazımda da belirttiğim gibi bu takım potansiyelini son raddesine kadar zorlayacaktır; gerekirse spanoulis ipleri eline alır, ne yapar eder bir şekilde işleri mümkün mertebede yoluna koyar.