20 Ekim 2012 Cumartesi

Euroleague 2. hafta değerlendirmesi

Geçtiğimiz sezondan itibaren üç takımla katılmaya başladığımız EL'de ilk defa bir haftayı 3'te 3 yaparak kapattık. Fenerbahçe'nin bazı saha dışı sorunlarla boğuştuğu bu haftada Beşiktaş ve özellikle Anadolu Efes'in performansları haftaya damga vurdu. Yazarlarımız sizler için bu maçları değerlendirdiler.


BAMBERG BB 71 - 86 BEŞİKTAŞ JK

Geçen hafta Partizan karşısındaki sürklase edici oyundan sonra Beşiktaş'ın, gruptan çıkması için mutlaka galibiyetle dönmesi gereken Bamberg deplasmanında neler yapacağı merak konusuydu. Geçen sezonun kadrosunun başarısıyla, şaşaası ve spektakülerliğiyle ironi oluşturan yepyeni bir sezona başlanırken, Beşiktaş'ın bu sezonun en güzel underdog hikayelerinden birine imza atacağı konusunda kuvvetli bir hissiyatım vardı(öyle ki, belki Euroleague'de top 16'dan ilerisi çok büyük bir hayal ama lig şampiyonluğu için en güçlü adayım Beşiktaş). Ligde oynanan ve ecel terleri döktüren Telekom maçı dışında, Euroleauge'deki iki maçın bize gösterdikleri, Kunter ve öğrencileri adına ilerisi için gerçekten umut verici.


Partizan maçındaki üçlük performansını(13/28) Bamberg deplasmanında verimlilik açısından daha da yukarıya çektiler(10/18, ilk yarı 7/10), Christopher'ın skorer kimliğini bu sefer Jerrels yüklendi ve çok daha etkileyici bir performans sergiledi(9/14 saha içi, 7/8 serbest atış ile 27 sayı, 3 asist), Markota kendisinden beklenen Rasim Başak etkisini bu sefer gösterebildi(3/3 üç sayı isabeti, 11 sayı, 6 ribaund, 2 blok), Falker ise bildiğiniz sertliğindeydi. Maçın başında iki takımda oyun kimliklerini sahaya yansıtmakta zorlanmadılar ve ilk çeyrek 19-24 gibi yüksek bir skorla Beşiktaş lehine sonuçlandı. Bu çeyrekte Beşiktaş'ın en aksayan tarafı savunmada Dasic'in Nachbar karşısındaki çaresizliğiydi, onun dışında iki takım da birbirini test eden bir oyunu tercih ettiler çoğunlukla. İkinci çeyrekte Beşiktaş, alan savunması içinde iki solak bücürün(Muratcan ve Jerrels) topa baskıyı çok iyi yaparak Bamberg'in pas dolaşımını sekteye uğratmaları sonucu daha fazla hızlı hücum şansı buldu. Aynı zamanda Erman Kunter'in bu maçta önemli zaman dilimleri içinde Jerrels-Muratcan-Tutku guard üçlüsünü aynı anda sahada tutarak hücumdaki pas trafiğini güvence altına almasının meyvelerini de fazlasıyla yeme şansına sahip oldular. Bu guard üçlüsünü 2. ve 3. çeyrekte çokça kullandılar ve başarılı da oldular(bu iki çeyrekteki skor 23-43 Beşiktaş lehineydi).

Hem solak hem sarışın
Özellikle Muratcan'ın performansı bu takım için hayati önem taşıyor. Ribaundlardaki yırtıcılığının yanı sıra, Kunter'in sistemi Muratcan gibi atletik özellikleri yüksek olan ve topun dolaşımında karar verme görevini de layıkıyla yerine getirebilen bir guard için biçilmiş kaftan. Muratcan son yıllarda, gölgesinde kaldığı küçük kardeşi Sinan'a hala bitmediğini bu sene kanıtlayacaktır; eğer performansına süreklilik kazandırabilirse. Jerrels'la aynı anda sahada olduklarında bu iki solak guardın, hücumdaki şut tehditleri ve alan savunmasındaki topa baskıları, rakip takımların guard ikilileri için ''pain in the ass'' cinsinden sorunlar yaratacaktır. Muratcan aldığı sürenin(28 dakika) hakkını da fazlasıyla verdi bu maçta: 6/12 saha içi, 2/3 üç sayı isabetiyle 14 sayı, 7 ribaund. Muratcan'ın böyle insiyatif almasıyla da Serhat ve Christopher da aktif dinlenme fırsatı buldular; öyle ki bu iki şutör guard'a ilk çeyrek dışında çok da iş düşmedi.


Son çeyrekteki gevşeme ve ilk çeyrekteki rakibi test edici oyun dışında, Beşiktaş tam anlamıyla 'Kunteresque' bir oyun ortaya koydu; pas kanallarını tıkadılar, savunmadan hücuma line-drill hızıyla çıktılar, boş adamı bir şekilde(tercihen üç sayı çizgisi dışında) buldular, ve bunu olabildiğince hızlı ve efektif yaptılar. Kunter, Beşiktaş'a o özlediğimiz kimliğini belletmesinin yanısıra, Jerrels ve 'istikrarsızlık abidesi' Dasic gibi ''yeteneği içinde saklı'' oyunculara, sistemin işlerliği içinde hak ettikleri değeri vererek, cevherlerini ortaya koymaları adına da çok önemli bir mentör. Cholet'den yoktan var ederek NBA'e gönderdiği oyuncular ortadayken(Beaubois, Seraphin, De Colo), bu icraati Türkiye'de de yapmasını beklemek, gerçekçilikten hiç de uzak değil.

Beşiktaş için asıl önemli olan alınan galibiyetler değil aslında. İlk iki Euroleauge maçında, bu düzeyde tecrübesiz bir kadroyla, maçların hiçbir safhasında telaşa kapılmamaları iki maçta da +80'i bulmaları çok çok önemli. Bu iki maçın kazandırdığı ivmenin de etkisiyle, sırasıyla deplasmandaki Barça ve içerideki CSKA maçları için heyecanımızı saklı tutabilmek pek de kolay değil. Hele ki, deplasmanda Barça ile kafa kafaya giden bir mücadele yaşanırsa, CSKA maçında Sinan Erdem'i OAKA Arena'ya çevirmek, Kunter'e boynunun borcudur Çarşı'nın.

-BERK ÇETİN


ANADOLU EFES 98 - 72 OLYMPIACOS PIRAEUS

Mahmuti ve yüksek tempo?


Maçın analizine geçmeden önce Oktay Mahmuti'yi uzun zamandır takip eden biri olarak bu sezonki felsefe değişikliğinden bahsedeceğim: yüksek set temposu. Klasik Mahmuti hücumundan savunmada hücum süresinin sonuna kadar kalıp, hücumda düşük tempo ve tepede pick&roll temelli forvetlerin çizgiye açılmasıyla oluşan; veya hücum tıkanırsa 2 numara pozisyonundaki(Eskilerden Marcus Brown, Drew Nicholas, şimdiyse Lucas Gordon, Sasha Vujacic vb.) skorerin inisiyatif alarak bir şeyler yaratması beklenirdi.Fakat hem Banvit hem de Olympiacos maçları gösterdi ki koç kendi sisteminden taviz veriyor, iyi de yapıyor. Elinizde bu kadar atıcı varken düşük tempoda, az top kullanarak oynarsanız top paylaşımında sorunlar yaşayabilirsiniz. Ayrıca bu tarz basketbolda sahadaki akıl katsayısını arttıran oyuncu sayısı fazla olmalıdır. Kerem Tunçeri dışında da bu bench'ten sağlanamıyor ve hazırlık maçları gösterdi ki Anadolu Efes düşük tempoda çok top kaybediyor. Yine de hocayı tebrik etmek lazım eldeki kadroya göre oyun felsefesini değiştirebildiği için.

Gelelim maça. Efes Spanoulis ve Papanikolaou tehditlerine karşı Tunçeri'nin de kondisyon durumu sebebiyle, isabetli bir kararla Sinan ve Gordon gibi iki dış savunmacıyla başladı. Maçın başından itibaren temponun kontrolü (40-17 ye kadar) Efes'te daha doğrusu Farmar-Gordon ikilisindeydi. Olympiacos da Spanoulis'in 1'e 1'leriyle karşılık vermeye çalıştı. Tempoyu olabildiğince yükselten ve top sayısını arttırmaya çalışan Efes kısaları Farmar-Vujacic ikilisinin yüksek üçlük yüzdeleri, Sinan-Gordon ikilisinin ise penetreleriyle kolay sayı buldu. İlk yarı yakalanan 7/9 gibi ekstra üç sayı yüzdesi farkı kolay getirdi fakat bu sayı farkının oluşmasına Bartzokas'ın rotasyondaki tercihleri de yardımcı oldu dersek yanlış olmaz. Özellikle Printezis'in ilk yarı sadece 10 dakika sahada kalması hayli ilginçti. İvkovic'in jokerlerinden Gecevicius hiç düşünülmedi(ilk haftaki Caja Laboral maçında olduğu gibi), ikinci yarıda da 2012 F4'ünün gönüllerdeki MVP'si Papanikolaou kenarda unutuldu. Sezon başında Efes'e geleceği konuşulan Keselj'nin yerine takıma dahil olan Perperoglu kısa forvet pozisyonunda 'size' konusunda sıkıntı yaşayan Efes'e birkaç sırtı dönük hücum dışında pek sıkıntı yaratmadı; bunlar dışında da fazla bir girişimde bulunmadı.
Olympiacos kısa forvetlerden yana hücumda bu kadar verimsiz kalınca, Efes'in kelimenin tam anlamıyla 'yumuşak karnına' çalıştı. Kyle Hines çok ekstra özellikleri olan bir oyuncu ve Barac sahadayken hücum ribauntlarında çok etkiliydi. Hatta bu maçta da gördüğümüz üzere, Olympiacos'un bu seneki hücum setlerinden biri Hines'ı tepede topla buluşturup birebir oynamasını sağlamak. Ancak Barac konusunu atlamayalım. Hines pozisyonuna göre çabuk ve kısa, bu sayede de eşleştiği birçok oyuncuyu ekarte edebiliyor; ama bir oyuncunun 'kalıbının adamı olmamak' deyimini bu denli sahaya yansıtması takım için çok büyük sıkıntılar yaratır. Hines kendisinden 20 cm uzun Barac ile eşleştiği anlarda 6 tane hücum ribaundu aldı ki, Efes kısaları(Farmar-Vujacic-Gordon) klasikleşmiş kısaların ribaunt katkısı sorununu aldıkları 16 ribaunt ile halletseler de Barac fiziğindeki bir oyuncunun 17 dakikada 4 ribaunt alması kabul edilemez. Daha sert oynaması lazım ama fıtratı da müsait değil buna; yine de bileğinin yumuşak olması ve kalburüstü saha görüşü gibi farklı özelliklerini de göz ardı etmeyelim. Efes'in Barac dışında bir başka 'dağ'ına da karlar yağmış durumda: Kerem Gönlüm çok kötü durumda, pota altında sertlik kazanmak adına onun toparlanması önemli ancak 1977 doğumlu olduğunu unutmamak gerekir. Semih Erden'in de sakatlıklar sonrası eski seviyesinde olmadığı aşikar; üstüne bir de anlamsız şekilde ikinci faulünü alıp koç tarafından oyundan alındığında gereksiz reaksiyon gösterdi. Bunlarla uğraşmadan işine bakmasını ve Mahmuti'nin otoritesini kabul etmesi hem takımı hem de kendi performansı adına da yararlı olacaktır. Başarısız Cleveland tecrübesinden sonra(Eurobasket 2013 elemelerinde takımın en iyilerindendi fakat Semih kalibresinde bir oyuncu için asla sağlıklı bir değerlendirme ölçütü olamaz) bir an önce yeteneklerini ortaya koyarak, kendini kanıtlamaya ihtiyacı var.


İkinci yarı'da Olympiacos, sertleştirdiği savunmasıyla ve Efes'in ilk yarı performansına nazire yaparcasına başladığı üçlük yağmuruyla farkı 9 sayıya kadar indirdi. 3. çeyreğin ilk 2 dakikasında 1/5 ile oynayan Efes'e 11 sayıyla karşılık verdi Olympiacos. Özellikle Mantzaris'in üst üste iki isabet bulması o anlar için kritikti. Efes set temposunu da düşürünce farkın kapanması kaçınılmaz oldu. Saha kenarında rotasyonunu ve mola haklarını oldukça verimli kullanan bir Mahmuti vardı ve Jordan-Dusko-Stanko üçlüsünün hücumu krizden çıkarmasıyla tekrar ritm kazanıldı. Farmar'ın 3. çeyreğin son hücumunda herkesi gönderip birebir üzerinden üç sayı bulması, daha doğrusu o topu kullanacak özgüveninin olması ilerisi adına umut vericiydi.

Sonuç olarak Efes'in mentalite değişikliği, hızlı tempo oyunu, bulduğu 98 sayıdan da anlaşılıyor. Top kaybı sayısının da dokuzda kalması Efes adına sevindirici ancak topa yön veren Lucas'ın daha az top kaybı yapması gerekir. Olympiacos'da ise ciddi hücum ve sertlik problemi göze çarptı. Bartzoras'ın akıcı bir hücum planı göze çarpmadı ve fikrimce elindeki rotasyonu da gayet verimsiz kullandı. Spanoulis ve Hines birebir oynayarak bu takımı pek ileri götüremez. Acie Law da acilen toparlanmalı. Ancak bu 26 sayılık fark bizleri aldatmamalı.Bu seviyelerde her zaman bu kadar yüksek şut yüzdesi yakalanamaz. İlk hafta deplasmanda oynanan Milano maçı da bu söylediklerimi kanıtlar nitelikte bir parametre veriyor zaten.

-OZAN KEBAPÇI


UNION OLIMPIJA 75 - 81 FENERBAHÇE ÜLKER


Maç öncesindeki "Terminal" olayı ve eski davalar sebebiyle Stozice Arena'da maçın gergin geçeceği barizdi. Bu noktada terminal olayından biraz bahsetmekte yarar var. İlk başta ben de sadece art niyetli bir tavırla Sato'nun bir gece Slovenya'ya sokulmayacağını, ama ne olursa olsun maça çıkacağını düşünüyordum. Fakat maç günü yaşanan gelişmeler de gösterdi ki, Sloven Polisi haklıydı. Yetkililer tarafından yapılan açıklamaya göre Sato'nun pasaportunda hiç gitmediği yerlere ait damgalar varmış böylece sahte olduğu sonucuna varılmış. Bu hususun ışığında, Sato'nun aynı pasaport ile geçen senelerde de çeşitli ülkelere EL maçları için giriş yaptığı doğru; fakat iğneyi Sloven yetkililer yerine, diğer ülkelerin yetkililerine batırmak gerekiyor galiba.

Maça gelirsek; Fenerbahçe Ülker'in aslında ilk periyottan itibaren istediği basketbolu oynadığı söylenemez. İlk çeyrekte 25 sayı bulmaları Fenerbahçe adına sevindirici olsa da yedikleri 20 sayı ve Union Olimpija'nın bunları nasıl bulduğu sorunsalı biraz can sıkıcıydı. Rakip takım uzunlarının ribaund performanslarına bakmak ve maçtaki toplam faul sayısını görmek onların nasıl bir oyun tarzını benimsediğini anlamak için yeterliydi aslında. İkinci çeyreğin sonuna kadar üçlük isabetinde istediğini bulamayan Olimpija, bunun yerine 4 numarayı yüksek posta çıkarıp pota altında Aron Baynes ve Omic'i Fenerbahçe Ülker'in uzunuyla başbaşa bırakıyordu. Page ya ikili oyunla potaya kendi gidiyor ve boyalı alanda kendisi veya Baynes'e sayı yaptırıyor, ya da perdeyle guardlara boş şut imkanı sağlıyordu. Bu kadar düşük şut yüzdesiyle oynamasına rağmen Olimpija'nın oyunda kalmasını sağlayan faktörler FB-Ülker'in ikili oyunlardaki zayıf performansı, ribaundlarda ise sürekli yetersiz kalmasıydı. Yüzdesi her ne kadar düşük olsa da Olimpija bu maçta 70 şut atarken FB-Ülker'in şut sayısı sadece 53'te kaldı.


McCalebb'in oyunda olmadığı dakikalarda hücum tamemen kişisel performanslara kaldı; çünkü Batiste hariç diğer uzunların boyalı bölgeden bulduğu ilk sayı Oğuz'un üçüncü çeyreğin ortasındaki dönerek atışıydı. Batiste bile son 5 yılda 5 tane atmasına karşın 3'lük arıyor ve dribbling üstünden şut atıyordu. Sayı bulma amacı ve yaşanan faul problemi yüzünden Emir'in 4 numaraya çekilmesi hücumu oldukça rahatlatsa da savunmada 4 numarayı Bogdanovic'in mi Emir'in mi savunacağına karar veremediler. Ribaundlarda şans tanımayan Olimpija hızlı hücumla topu Fenerbahçe pota altında uzunlarıyla buluşturarak skor bulmaya çalıştı. Uzunlarda bu kadar sıkıntı çekilmesinin nedeni Mike Batiste'in yardım savunmalarında ortalıkta gözükmemesi(onun yerine takımı hızlı hücuma çıkarması gereken McCalebb ve Emir daha çok çaba sarf etti) ve İlkan ile Andersen'in yaptığı komik faullerdi. Oğuz da faul problemine girince akla  Kaya'nın süre alabileceği geldi; fakat Kaya geçtiğimiz hafta içinde verdiği bir röportajda milli takım formasını tekrar giymek istediğini söyleyedursun, Pianigiani bu durumda bile onu düşünmüyorsa Euroleague onun için bu sene bedava saha kenarı bileti anlamına gelebilir.



Barış Ateş var mı?
Olimpija'nın ikinci şans sayılarını maç boyunca sürekli zorlaması Bo McCalebb'in de verimliliğini düşürdü. Muhteşem üstü dribbling yeteneklerini sürekli oturmuş savunmaya karşı yapmaya çalışması yüksek yüzdeyle oynamasına rağmen kolay sayı bulmasını zorlaştırdı; keza son çeyreğin başında oynadığı 1 dakikada top çalarak sayıyı bulmaya çalışırken sakatlandı. Son periyodu oyun kurucularından eksik geçirmek zorunda kalınca Bremer ve Barış için bir şans doğdu. Hemen akla Khimki maçındaki Bremer'ın McCalebb'e kıyasla oynadığı pas oyunu ve pick & roll'ler geldi fakat Bremer kafa olarak oyun içinde hiç olmadığını maç boyunca aldığı dakikaları harcayarak göstermişti. Son çeyrek 5 dakika boyunca Olimpija'nın sayı bulamadığı süreçte Euroleage'de dakikalarının sınırlı olduğu düşünülen Barış Ermiş dip çizgiden attığı 2 üçlük ve yaptığı asistle maçı kopardı ve kendisine epey bir kredi yükledi diyebiliriz.

Her şeye rağmen Fenerbahçe Ülker'de kaptan Ömer Onan ve Bogdanovic'in hücum performansı maçın son çeyreğinin son dakikalarına kadar başa baş gitmesini sağladı ve kazanan temsilcimiz oldu. Haftayı da, EL'ye üç temsilci ile katıldığımızdan beri ilk defa 3'te 3 ile kapattık. Fakat Fenerbahçe'nin galibiyet serisini devam ettirebilmesi için pota altı sertliğinin artması ve ribaundlara daha fazla konsantre olunması şart.


Union Olimpija'ya da bir parantez açmak istiyorum. Yaş ortalaması 23-24 olan bu takımın potansiyeli ne kadarsa oraya kadar gidebileceğinden eminim. Mücadele ve akıllı yapılanma sayesinde içinde bulundukları krizi de en kısa sürede atlatacaklarını umuyorum. Şu durum içerisinde oynadıkları maçları kazanmaya çalışmak temel prensiplerinden bile değilken, saha avantajları ellerinde olsa da Fenerbahçe gibi F4 iddiasıyla maçlara çıkan bir takıma karşı oynadıkları oyun takdir edilesi hakikaten. Geçen hafta da Cantu'yu deplasmanda genç fin guard Sasu Salin'in skorer oyunu önderliğinde farklı bir skor ile geçmişlerdi. Gerçek "FEDA" böyle oluyormuş demek ki!

-MEHMET UMUR

Hiç yorum yok: