29 Ocak 2013 Salı

Euroleague Top 16' da Türk takımları

Anadolu Efes (4-1)

Euroleague'in normal sezonunun başlarında, bahsettiğimiz, gerek takımın kimyasında gerekse hocanın kendi felsefesinde ciddi anlamda değişiklik mevcuttu.İlk 5'in %60 oranında değişmesi kimyada değişiklik yaratırken, Oktay Mahmuti'nin temel prensiplerinden kısmen vazgeçip tempolu oyuna geçiş yapması dikkatleri yoğunlaştırdığımız noktaydı.Ancak ilk tur maçlarının sonlarına doğru Tunçeri'nin sakatlığı ve Batista'nın kendine bir türlü yer bulamaması, rotasyonu(Birkan,Sinan,Doğuş ve Gökhan pek süre almıyorlar zaten) oldukça daralttı.Buna binaen, Farmar-Gordon-Savanovic üçlüsünün sürelerinin +30 olması ve yıpranma payının artması durumu ortaya çıktı.Efes'in daha çok atarak kazanması, hızlı oynayarak rakibi boğması ibareleri rafa kalkmaya başladı.Sonuç olarak potansiyeline rağmen son çeyreklere direnç koyamayan bir takım peydahlandı ve kadro kalitesi olarak daha önde bulunduğu Zalgiris ve Olympiacos'un arkasında kaldı(daha iyi oldu, evinde olağanüstü oynayan Khimki ve performansı yükselişte olan Laboral yerine iki Alman takımı tercih sebebidir.)

Top16'ya Cska'yla Moskova'da oynanan maçla başlandı.İlk 3 çeyrek kafa kafaya oynanmasına rağmen takımın son çeyreklerdeki düşüşü devam etti ve Efes iyi oynadığı bir maçı -özellikle Weems'in aşırılığa kaçan şut performansı nedeniyle- final periyodunda kaybetti.İkinci maç ise önem seviyesi bakımından daha kritikti.Hem içeride maç kaybedilmemesi adına hem de gruptan çıkma adına olası çekişme içinde olacağı rakibi karşısında tek hedef galibiyetti.Dimitris Diamantidis'in yokluğunda oldukça zorlanması beklenen Pana, ilk yarı Bramos'un etkileyici şut performansıyla oyunda kalsa da, kararlı Efes karşısında sahadan boynu bükük ayrılmaktan kurtulamadı.14 sayılık farkın daha fazla olması bile beklenirdi.Bu maçla birlikte görülmeye başlayan savunmanın sertleşmesi ve rakibe göre tempo ayarı yapılabilmesi ilerisi için umut verdi.Sıradaki maçı yine İstanbul'da zayıf rakibi Alba Berlin ile olan temsilcimiz tecrübeli guard kaptan Kerem'e kavuşmuştu.Zaman zaman zorlanılsa da maçı galibiyetle bitirmek beklenen durumdu.Bir diğer Alman takımı Brose ile 4. hafta maçında Bamberg'de karşılaşan ekibimiz ilk yarı rakip şutörlerin etkili oyunu karşısında epey zorlandı.Ancak ikinci yarı kalitesini ve dirençli savunmasını sahaya yansıtan ekibimiz önemli ancak zaruri bir deplasman galibiyeti almış oldu.Gruptaki 5. maç ise Efes adına oynanan en önemli maçtı.Normal sezonda içeride dışarıda yenildiği Zalgiris ile karşılaşan lacivert-beyazlı ekip savunmaların ön plana çıktığı anlarda da parkeden memnun ayrılabileceğini kanıtlamış oldu.Savanovic'in clucth performansı öne çıkan başlıklardandı.Bu hafta deplasmanda oynanacak Malaga maçından çıkarılabilecek bir galibiyet çeyrek final yapma adına takımımızın şansını oldukça yukarı çekecektir.


Fenerbahçe Ülker (1-4)

Sezona kağıt üzerinde en güçlü birkaç kadrodan biriyle başlayan Fenerbahçe'nin, otoriteler tarafından F4 şansı bile henüz erken olmasına rağmen konuşuluyordu.Spahija yerine gelen koç Pianigiani'nin Montepaschi Siena'daki istikrarlı performansının vadettikleriyle ve orada da takımı sürükleyen Bo Mccalebb'in de kadroya katılmasıyla, en azından çeyrek final fikri gayet normaldi.Ancak çok önemli başka oyuncuların da ekibe katılması kaçınılamaz bir kaynaşma süresi gerektiriyordu.Ne var ki sert bir lige sahip olduğumuzdan bu sürecin uzamayacağını düşünüyorduk ancak gelen isimler arasında adaptasyon süreci en uzun süren(belki de devam eden) ikili en dikkat çekici ikili olan Pianigiani-Mccalebb ikilisiydi.Emir'in 4 numarada uzun süreler alması, Batiste'in eski sertliğinde olmaması, Kaya'nın ikinci tura kadar düşünülmemesi takıma savunma ve ribaunt departmanlarında zarar verdi.En göze batan sorunsal müdafaadaki yetersizlik olsa da en az onun kadar önem arz eden bir sorun daha bizleri rahatsız etti: psikolojik açıdan yoğun ve sert geçen maçlarda skorun düşük kalması.Mccalebb, Andersen, Bogdanovic temelinde başlayan ve birçok hücum kozu daha olan Fenerbahçe Ülker için ,kimse kusura bakmasın, 70 sayı da düşüktür.Hele ki tutma kısmında pek başarılı değilseniz.İlk turda, Cantu, Panathinaikos ve Real Madrid deplasmalarında atılan ortalama skor yalnızca 58.Bu denli güçlü takımlara skor izni vermemelisiniz, eğer verdiyseniz en azından siz de skor yapabilmelisiniz.Turnuvanın favorilerinden olan temsilcimiz ne yazık ki geçen yıl olduğu gibi Cantu ile final maçı oynamak zorunda kaldı.

Her şeye rağmen Top16'da toparlanarak grupta iddialı konuma geleceğini düşündüğümüz ekibimizin bize hazırladığı sürprizleri ise hiçbirimiz beklemiyorduk.Batiste, Sato, Ömer gibi oyuncuların işi sıkı tutmasıyla müdafaanın yukarı çıkacağını ve Mccalebb'in şutunu bularak Bogdanovic'e skorda yardım edeceğini düşünüyorduk.İlk maçta Barcelona deplasmanında bu tarz emareleri görmeyi bekledik.Ancak daha ilk periyottan itibaren savunmanın beli kırıldı ve 78 sayı bulmamıza rağmen potamızda tam 100 sayı gördük.Palau Blaugrana deplasmanında mağlubiyet belki sürpriz değil fakat yenen skor tahammül sınırlarını zorladı.İçerideki Siena maçı her şeye sıfırdan başlamak adına önemli bir maçtı.Yeni salonunda seyircisiyle bütünleşebilen sarı-lacivertlilerin burada alınacak galibiyetle olaya tekrardan focuslanacağını düşünüyorduk.Ancak hücumda özellikle Bogdanovic'in muazzam oyununa devam ederek skoru yukarı çekmesine rağmen Bobby Brown'dan gelen 41 sayıya engel olamayan temsilcimiz ikinci maçı da boynu bükük tamamladı.Sıradaki maç eski performansından uzak olan Maccabi ile Tel-Aviv'de oynanan kritik müsabakaydı.Son periyota kadar kafa kafaya giden maçta her ne olduysa Efes'inkinden çok daha büyük olan son periyot hastalığı hortladı.Hickman'ın önderliğindeki Maccabi, ekibimizin potasına son çeyrekte tam 38 sayı attı.Bu da sorunların azalmadığını aksine büyüdüğünü gösteriyordu.Artık mağlubiyete tahammülü kalmayan ekibimiz 4. maçta evinde Laboral'i ağırladı.İlk yarıda çift hanelerle geriye düşen ekibimize seyircisi de tepki verince galibiyet adına bir reaksiyon gelmedi ve 0-4 pozisyonuna gelindi.Yenilen 97 sayı ise 'yorumsuz' olarak nitelendirilebilir.Gruptaki dengeler ve her takımın bir diğerini yenebilme potansiyeli sayesinde beyaz sayfa açma umudunu henüz kaybetmeyen Fenerbahçe Ülker, sadece skorun önemli olduğu Khimki maçında Planinic'e rağmen rakibini mağlup ederek biraz olsun nefes aldı.Karanlık tabloya rağmen umutlar henüz tükenmiş değil.


Beşiktaş (0-5)

Fenerbahçe ve Efes'in yaptıkları yatırımlara istinaden aldıkları galibiyetlerin sürpriz olmadığı hatta daha fazla maç kazanması gerektiği için ilk turda göğsümüzü en çok kabartan takım siyah-beyazlı ekip olmuştu.Feda sezonunda sadece çıkıp oynaması beklenen ve fazla umut bağlanmayan ekibimiz, tecrübeli hocası Erman Kunter'in yarattığı sinerjiyle Litvanya deplasmanında dahi galip gelmeyi başardı.Grubundaki dengeler daha farklı olsa da diğer takımlarımızla aynı sayıda normal sezon galibiyeti alması büyük başarı olarak kabul edilmelidir.Ancak -azınlıkta olsak da- bizim gibi Kunter'e inanan insanların çeyrek finale kalacak potansiyeli olmasa da ekibimizin bu rauntta bazı takımların başını ağrıtacağını düşünüyorduk.Vidmar'ın serbest atış performansına rağmen bazen gösterdiği pota altındaki dominant oyun, Jerrells'ın oynatmaya konsantre olduğu maçla birleştiği zaman temsilcimizin oldukça etkili olduğu aşikardı.Ancak Cristopher ve takıma sonradan katılan Ewing'in bir türlü ritm bularak düzenli skor yapamamaları Beşiktaş'ın zaten zor bulduğu skorunun yukarılara çıkmasını engelliyordu.Tutku'nun sakatlığının devam etmesi ise organizasyonun düzenli işlemesini engelleyen en önemli olaydı.

Top16'ya İstanbul'da oynadığı Khimki maçıyla başlayan ekibimiz deplasmanlarda zorlanan rakibi karşısında oyuna etkili başladı.Ancak daha sonra Planinic ve Fridzon'un etkili oyununa engel olunamayınca beklediğimiz çakıl taşı Khimki'nin önüne çıkamamış oldu.Maç sonundaki basit hatalar olmasa ve galibiyet gelse şu an bu grupta her şey farklı olurdu.İkinci maçında Pire'de Olympiacos ile karşılaşan ekibimiz, rakibinin rölantide götürdüğü maçta hücumda bir türlü istikrarı sağlayamayınca zor görünmeyen galibiyet fırsatını kaçırmış oldu.Sonraki haftada Vitoria'da Laboral'e konuk olan ekibimiz oldukça düşük skorlarda kalınca farklı mağlubiyet kaçınılmaz oldu.Bu maç hücumdaki sıkıntıları bir kez daha gözler önüne serdi.İçerideki Barcelona maçında galibiyet beklenmiyordu fakat son çeyreğe kadar ortaya konulan mücadele önemliydi.Bu maçta da bitirici oyuncu eksikliği göze çarptı.Son haftada Siena deplasmanına çıkan temsilcimiz üçüncü periyottaki atağıyla maça ortak oldu ve kazanma noktasına kadar getirdi.Ancak bitirici eksikliği yine patlak verdi ve Siena ecel terleri döktüğü maçı son dakikalarda uyguladığı alan savunmasıyla kazandı.Tüm maçlarını kaybetmesine rağmen bir kısmını kazanma noktasına kadar getiren ekibimizin, bazı takımların planlarına doğrudan etki yapacağına dair fikrimiz devam etmekte.Özellikle Fenerbahçe-Beşiktaş maçları da grubun gidişatına etki edecektir.

25 Ocak 2013 Cuma

Dear Stan, I meant to write you sooner but I've just been busy.

Odaklanabildiğinde Fedex'ten çok daha iyi bir tek el back-hand vuruşu olan, sağ bileğini kadife gibi kullanan ve birkaç yıl boyunca eline mental açıdan kendini geliştirmek için birçok fırsat eline geçmesine rağmen, bu şansların hiçbirini doyurucu bir şekilde kullanamayıp, rahatlıkla ATP sıralamasında ilk 4 için çok büyük bir rakip olabilecekken ilk 20 içinde bir ileri bir geri ilerleyen bir tenisçi düşünün. İşte o adam, Stan. Hikayesi ''Federer'in Varisi'' olarak başladı, sonrası ise ''ekmeğine bakmakla yetinen büyük yetenek'' olarak gelişti. Wawrinka, makus talihini geçen günlerde Avustralya Açık'ın 4. tur mücadelesinde Djokovic karşısında yendi. Belki çeyrek finali Djokovic'ten daha çok hak ediyordu, ama Djoker'ın kazandığından çok daha fazlasını kazandı; hem de sadece tek bir maçta. Wawrinka o maçta, zihinsel eşiğini çok fazla yukarıya çekti. Jeremy Lin'i saymazsak son zamanların en güzel Underdog hikayelerinden birinin altına imza atamadı fakat gönüllere sadece dünya 1 numarası karşısında 6-1/5-2 öne geçmesini sağlayan muhteşem oyunuyla değil, maç sonrası söyledikleriyle de taht kurdu İsviçreli raket:

“Orada şanssız değildim. Beş saat tenis oynuyorsanız, fırsatlarınız olacaktır. Bir kötü kararın ya da yapılması gerekip de yapılmayan bir itirazın maçı değiştireceğini sanmıyorum.”



Beşinci sette durum 4-4 iken, servis kırma puanında hakemin kararına itiraz etmeyip son challenge hakkını sonraya bıraktı Wawrinka. Fakat sonradan da anlaşıldı ki, Wawrinka'nın o derin forehand'i bariz bir şekilde içerideydi. Wawrinka o anda temkinli davranmayıp risk alsaydı, bugün 12-10'luk epik beşinci seti izlememiş olacaktık belki de. Gerçi Wawrinka'nın Djoker'ı saf dışı bırakması mı yoksa 12-10'luk muazzam bir beşinci seti izlemiş olmak mı daha iyi karar veremiyorum. Fakat bir oyuncunun, hayatının en iyi maçını oynadıktan sonra, böyle mütevazı ve aklı başında bir açıklama yapması, sıkı bir tenis izleyicisi için doyum noktasının üst noktası sanırsam. Evet, dediğim gibi belki son challenge hakkını orada kullansaydı, her şey tamamiyle değişecekti, ama oyunun güzelliği de bu işte; Djoker'ın alev alev yanan bakışları belki daha da alevlenecekti, belki oracıkta servis oyununda Stan her şeyi bitirecekti. Neyse, her şeyin bu kadar ihtimaller üzerine kurulu olması, bu denli muğlak olması daha güzel galiba. Külkedisi masalı gibi. Stan-Djoker 4. tur maçı gibi...

Wawrinka'nın maçın başında ulaştığı odaklanma kapasitesi ve rakibine kendi oyununu kabul ettirme seviyesi şu ana kadar sadece en iyi zamanlarındaki Djoker, Rafa ve Fedex seviyesine sokulabilir (Murray hiçbir zaman böyle bir oyun oynamadı), daha azı değil. Öyle ki, Djokovic come-back konusunda en iyilerden olmasına rağmen, maç boyunca her şey Stan'in dalgalanmalarına göre değişti; yani Stan konsantrasyonunu kaybedip, sayı ve set üstünlüğünü kaybetse de maçın kontrolünü hiç kaybetmedi, ipler hep kendi ellerindeydi. Ayrıca kimse Djoker'ın o maçta rölantide olduğunu iddia edemez; zira o maçtan sonra sırasıyla Berdych ve Ferrer maçlarında ne kadar domine bir oyun sergilediğini gördük. Stan tam anlamıyla şerefiyle yenilen bir devdi maçtan sonra. Maç içindeki hatalarında da hiçbir zaman 8-10 yaş aralığındaki mızmız çocuklar gibi değil de, hatalarından her daim ders çıkartmaya çalışıp, maç boyunca bir üst tura nasıl çıkacağının hesaplarını yapan tecrübeli bir oyuncu gibi reaksiyon gösterdi Stan.


Maç içindeki ve sonrasındaki bütün güzellikler bir yana, ben hayatımda daha güzel ve kaliteli bir maç puanı izlememiş olabilirim. Her beş setlik maçın maç puanı müthiş bir sinir boşalmasına sahne olur, ama bu maç puanı süresince yaşadığım hayatı sanırım bir tek Moskova'daki roller-coaster'da yaşadım. 'Fabulous' kelimesinin iki bedende vücut buluşuna tanık olduk hep birlikte. Novak'ın çıldırışı ise, alıştığımız maç sonu sevinçlerinden biraz daha farklıydı sanki. O sahne bile tek başına Wawrinka'nın ne kadar büyük oynadığını kanıtlar nitelikte.


Sonrası için söylenebilecek tek şey var Stan adına, Nadal'dan ve Murray'den kesinlikle daha yetenekli olan bu adam, en azından Tsonga gibi daha yukarısı için mücadele edebiliyor olmalı. Büyük ihtimalle hiçbir zaman kendisini ilk 4'e sokacak mental seviyeye ulaşamayacak, ama hiç değilse her zaman sorun çıkarabilecek durumda olan bir 5-6 numara olmak da onun gibi bir yetenek için çok zor değil.