11 Aralık 2012 Salı

Euroleague 9. hafta değerlendirmesi

THY Euroleague'de ilk defa bir haftayı üçte sıfır yaparak kapattı takımlarımız. Fenerbahçe kötü sinyaller vermeye devam ederek, kadrosuna ve koçuna yakışmayan spekülasyonları da beraberinde getirdi. Efes ve Beşiktaş da gruptan çıkmanın rehavetini fazlasıyla hissedince, hüsran kaçınılmaz oldu.
Temsilcilerimizin dışında göze çarpan bazı performanslara göz atacak olursak, ilk sıraya şüphesiz Partizan'ı koyarız. İlk beş maçta CSKA ve Barcelona'ya çok zor anlar yaşatan bu genç ekip 0-5 ile başladığı sezonda umutlarını kaybetmeyerek gruptan çıkma şanslarını son haftaya kadar taşımış durumdalar. Geçtiğimiz hafta kendi evlerinde Barcelona'ya uzatmada 67-68 yenilmiş olsalar da, azimleri ve taraftarlarının muazzam desteği haftanın en çok alkışı hak eden performanslarıydı.
Partizan'ın ardından sanırım Elan Chalon'u ve Blake Schilb'in tarifi zor lider oyununundan bahsetmek gerekir. Gruptan çıkma şansını 8. hafta kaybeden Chalon, hiçbir iddiası yokken evindeki son maçta Siena'yı 108-103 yenerek etkisi olmayan bir sürprize imza atarak, Top 16'yı Alba Berlin'den daha çok hak ettiklerini gösterdiler. Schilb ise maçı 9/12 iç saha, 3/5 üç sayı, 7/8 serbest atış isabetiyle 28 sayı, 7 ribaund ve 5 asist ile bitirerek tam 38 verimlilik puanına imza attı. Schilb'in gelecek sene çok daha iddialı bir takıma transfer olacağı kesin.
Olympiacos ve Panathinaikos'un, koç değişikliklerinden sonra işleri tam anlamıyla rayına koymaya başladığını söyleyebiliriz. Sezona fırtına gibi başlayan Zalgiris'te ise işler pek de iyi gitmemeye başladı. Bu hafta deplasmanda EA7 Milano'yu yenseler de üç haftadır hiç iyi bir grafik çizmiyorlar. Bu tablo kötü gözükse de, umarız Romanov kafatası koleksiyonuna Plaza'yı eklemek için fırsat kollamıyordur.
Son haftaya girilirken, umudumuz Fenerbahçe'nin kötü bir sürpriz yaşatmaması yönünde. Banvit maçındaki güzel oyun şüphelerimizi bir nebze de olsa azaltmaya yetti. Bakalım asıl sınavı verebilecek mi?



Anadolu Efes 76 - 91 Caja Laboral

Euroleague normal sezonunun 9. haftasında sahasında İspanyol ekibi Caja Laboral'i ağırladı Anadolu Efes. Temsilcimizin gruptaki son duruma göre aşağı düşmeyeceği kesindi. Bu maçta Laboral'i, son fikstürde de Zalgiris'i 14 sayı farkla yenmesi halinde ise 2. bitirmesi ihtimal dahilindeydi. En nihayetinde 3. olmak garantiydi diyelim. Yalnız hem prestij açısından hem de takımın geleceğe dair mesajları açısından içerideki bu müsabakayı kazanmak önemliydi.

İlk yarıda özellikle rakip uzunların boyalı bölgede kurmuş olduğu hakimiyet, ekibimize dezavantaj yarattı. Net bir şekilde alınamayan ribaundlar temponun yükselmesini engelledi. Nitekim Zan Tabak'ın gelmesinden sonra savunma sertliğini daha yukarılara çeken Caja, diğer tüm takımların başvurduğu anti-efes formülünü layıkıyla uyguladı. Nedir bu formül? Savunmada olabildiğince sert oynayıp kilit oyuncular(Farmar, Gordon, Vujacic) üzerinde baskı oluşturmak, hücumda da 24 saniye süresini sonuna kadar kullanmak(benim hatırladığım 5 basket var son saniyede atılan).


Bunun üzerine hücum ribaundlarında da oldukça etkili olan İspanyollar, Sinan-Doğuş ikilisinin baskısı karşısında amatörce hatalar yapsa da genel olarak direksiyondaki taraftı. Doğuş'un San Emeterio'ya yaptığı blok haftanın hareketlerinden olacaktır kuşkusuz. Oyunun genelini düşündüğümüzde gerek hücumda gerek müdafaada(ilginçtir bizleri birkaç maçtır bu söz grubunu kullanmak zorunda bırakıyor) takımın en etkili ismi olan Sasha Vujacic'in yanına ikinci, üçüncü oyuncular ekleyemedik. İkinci yarının başlarında hareketlenen ve bu devrede bulduğu 13 sayıyla maçı ortaya getiren Semih Erden de 'maç topu' denebilecek pozisyonlarda iki pota altında da kritik hatalar yaptı. Yine de Barac'ın korkunç oyununun(6 dakikada 0/1 2sayı 0/1 3sayı? 3tk 2fa) yanında 17 sayı 7 ribauntluk oyunu all-star performansı gibi gözüktü. Maç boyunca bir eşiğin altında sıçramayı bekliyormuş gibi oynayan, bir türlü beklenen atağı yapamayan ekibimize özellikle son çeyreğe ağırlığını koyan genç bir Fransız son kurşunu vurdu: Thomas Heurtel. Taylor Rochestie'nin bu maçta da olmamasını iyi değerlendiren genç guard, İspanya'da oynanan maçın aksine oyunun her iki tarafında da karşısındaki oyuncuya üstünlük sağladı. Skor yapmasının yanında oyunu da kontrol eden Heurtel'in göze batan olumsuz yönü, baskı altında yaptığı basit top kayıplarıydı(5 top kaybı).


Seyircisi önünde kazanmasını beklediğimiz Anadolu Efes'in grubu kaçıncı bitireceği artık belli oldu. Top 16'da bu performansın yetmeyeceğini koç Mahmuti de biliyor. Laboral ise potansiyeli belli bir ekip ama Efes'in son derece kötü oynadığı bu maçı ancak son çeyrekte koparabildiler. Üst tura çıkarlarsa ve aynı kadroyla mücadele ederlerse, T16 görmek onlar için kafi olacaktır.

-OZAN KEBAPÇI


Panathinaikos 69 - 55 Fenerbahçe Ülker

''Bir takım Simone Pianigiani'ye sahip olup, nasıl bu kadar teslimiyetçi bir oyun oynayabilir?'' sorusunu sorsalar, ''Pianigiani hiçbir zaman Washington Wizards'ı ya da Toronto Raptors'ı çalıştırmayacağı için böyle bir şey imkansız'' diyebilirdim en fazla. Fakat FBÜ bu sezon EL'de zoru başarıyor, peşi sıra gelen zorlu rakipler karşısında, fark biraz açıldığı anda dönüşü mümkün olmayan bir serbest düşüş haline giriveriyor. Üst üste iki hafta deplasmanda oynanan Real Madrid ve Pana maçları ziyadesiyle yüz kızartıcı nitelikte maçlardı Fenerbahçe adına. Açıkçası bu takım, F4 provası niteliğindeki maçların, sadece içerideki Panathinaikos maçı dışında(o maçta da çok büyük bir farkın son periyotta erimesine seyirci kalınmıştı ve ancak dokuz sayı farkla kazanılabilmişti) hiçbirinde iyi izlenimler bırakmadı. Özellikle son periyotlarda takımın genelinde gözlemlenen mental ve fiziksel çöküntünün sebeplerinin ne olduğuna dair elimizde hiçbir gösterge de yok. Genellikle bu tür sorunlar tecrübesiz takımlarda gözlemlenir ama bu takımın en önemli isimleri EL'nin elit-veteran sınıfı oyuncuları. Yeni kurulmuş bir ekip olmaları da artık bir mazeret sayılamaz; zira bu takım iki ayda 20 küsur maça çıktı. İşler giderek tuhaflaşmaya ve akıllardaki soru işaretlerine bir türlü çözüm bulunamamaya başladı FBÜ cephesinde. Maçların skorundan çok, takımların verimlilik puanları çok daha fazla şey anlatıyor aslında FBÜ'nün sıkıntısı hakkında: Real Madrid deplasmanında 77-61 kaybedilen maçta verimlilik puanı tablosu korkunç: 93-47. Panathinaikos maçında ise daha da rezil bir durumla karşı karşıyayız: 69-55'lik yenilgi ve 88'ye 37 olan bir verimlilik puanı istatistiği. Bu bize çok net bir mesaj verebiliyor aslında: FBÜ maça ortak olmak adına gerekli arzuyu ve inatçılığa bir türlü sahip olamıyor. Mirsad'ın gidişi kesinlikle bir bahane olamaz, bu takımın karakterli oyuncu sayısı hala fazla. Fakat sahaya baktığımızda bu isimlerinde bir akıl tutulması içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. McCalebb hala sağlıklı değil kabul, ama mesela Ömer Onan'ın nesi var? Yaptığı top kayıplarının ve şut seçimlerinin açıklaması yok. Daha önceki yazılarımda David Andersen'in ve Bogdanovic'in saha içinde oldukları sürece sıcak tutulmaları gereğinden bahsetmiştim; Madrid maçında Bogdanovic için işler yolunda gitti; fakat Panathinaikos maçında 2/11 ile 6 sayıda kaldı. David Andersen ribaundlarda son 3-4 maçtır oldukça özverili, ama bu özverisi karşılıksız kalıyor; doğru pnr ve pnp'lerle beslendiği pozisyon sayısı iki ya da üçtür. Burada takımın yönetici isimlerine de bir paraf ayırmak gerek. Preldzic 1 ve 4 numarada değil de 3 numarada kullanılmasının da etkisiyle iki maçta da asıl kimliğinden oldukça uzaktı. Barış'ta da gözle görülür bir form düşüklüğü var. Hal böyle olunca bütün iş Bo'ya kalıyor; fakat onun da birincil görevi set hücumu üzerinden takım arkadaşlarına pozisyon hazırlamak değil. Fenerbahçe ne akilane oyuncularına fırsat tanıyacak set temposuna ulaşabiliyor, ne de elindeki 'Flash'i yararlı kılacak yarı sahayı hızlı geçme taktiğini uygulayabiliyor. İki maçta yapılan toplam 14 asist ve 31 top kaybı FBÜ'nün hücumdaki organizasyonsuzluğunun özeti zaten(Real Madrid maçında 4 asist 17 top kaybı!); bir yandan ribaundlardaki zafiyet iki maçta da devam etmiş bulunuyor.

FBÜ bu noktaya kadar, deplasmandaki Cantu ve Khimki maçlarında bir F4 adayının yaşaması gereken mental zorlanma eşiğini çoktan aşmıştı. Ve anlaşılan o ki, bu maçların tahribatı üzerine gelen farklı Union Olimpija galibiyeti de takım üzerindeki kara bulutların dağılmasında yardımcı olmamış. Bu son mağlubiyetler takımın kolektif yapısında ve oyuncularda açıkça görülen özgüven problemi üzerinde nasıl etkiler gösterecek merakla bekliyorum. Ama şöyle bir gerçek var: F4 adayı bir takım, ne olursa olsun Top 16 şansını grubun son maçına bırakmamalı.

-BERK ÇETİN


CSKA Moskova 87 - 72 Beşiktaş JK

THY Euroleague'de bir haftayı daha ligin sponsoruna yakışmayacak bir şekilde tamamladık. Yine de üç temsilcimiz arasında bu hafta için en olumlu sinyallere sahip takım olarak Beşiktaş'ı görüyorum. Erman Kunter'in son 16 takım arasına kalmayı garantiledikten sonra bundan sonrası için ne yapabilirim arayışlarına geçip özellikle hücum varyasyonlarını arttırmaya çalıştığını gördük.


Daha grup maçları bitmeden takımdan ayrılması gerekenler ve kadroya katılanlar belirlendi. Daha önce de değindiğimiz üzere aldığı sürelerde takıma ayak bağı haline gelmiş Dasic kadrodan ayrıldı ve herkesin beklediğinin aksine kadroya bir uzun yerine 2005 yılı NBA Draft'ı 32. sıra seçimi Daniel Ewing kadroya katıldı. Avrupa'daki altıncı yılına giren Ewing'in kadroya uyum sağlamasının çok zor olacağını düşünmüyorum; zira takımın başında birebir ilişkilerde üst düzey bir koç olan Erman Kunter bulunuyor.
Buna ek olarak yaşadığı forma skandalından sonra iki yılını Avrupa'da geçirmiş Cemal Nalga'nın takıma katılacağı söyleniyor ve konuya Erman Kunter tarafından da değinildi. Kendisinin yaş olarak genç olduğunu, pota altında takıma oldukça büyük katkı vereceğini ve kendisini Türk Basketbolu'na geri kazandırmak istediklerini belirtti. Ben bu durumun çoğu Beşiktaş taraftarını rahatsız edeceğinden emin olsam da çok mantıklı bir transfer olarak görüyorum. İki yıllık yurt dışı seferinde Eurocup ve Euroleague tecrübesi edinen Cemal Nalga, elit takımlara karşı çok tıknaz kalan Falker ve faul bağımlısı Vidmar ile sınırlı olan pota altı rotasyonuna soluk aldıracaktır. Erman Hoca'nın Dasic deneyi kötü reaksiyon gösterse de, bu sefer bir avantaj olarak dil faktörünü kullanabilir.


Beşiktaş maça beklenilenin aksine farklı bir ilk beş ve tamamen farklı bir hücum anlayışı ile başladı. Dasic'in gidişi sonrası Cevher'in daha çok süre alması bekleniyordu fakat ilk beşte başlaması şaşırtıcıydı. İlk beş sayı Patrick Christopher'dan geldi. PC'nın katkı vermesi çok çok önemli; çünkü performansında sürekli dalgalanmalar yaşayan bir skorere sahipseniz, maç içinde sürekli farklı planlar ortaya koymak zorunda kalırsınız. Bunun yanında, maça oynamayı değil oynatmayı düşünen bir Jerrells izleyerek başladık. Jerrells ilk çeyrekte 4 asist ile oynadı ve bunun yanına 6 sayı ekledi. İlk çeyrekte, Beşiktaş'ın oyuncu özellikleri göz önüne alındığında en önemli silahlarından biri olan alan savunması çok iyi kullanıldı. Daniel Ewing, PC(Muratcan) ve Jerrells'ın aynı anda sahada yer aldığı zaman bu savunmanın oldukça etkili olacağı gün gibi ortada, Erman Kunter iki solak guard'ın rakip hücumcular üzerindeki şaşırtıcı baskısını Top 16'da daha fazla kullanacaktır. İlk çeyreği çok üstün bir şut performansı ile 28 sayı atarak bitiren Beşiktaş, ikinci çeyrekte de -aynı verimliliği sağlayamasa da- 23 sayı buldu ve ilk yarıyı 51-46 önde tamamladı.
İkinci yarıda takımın sadece 21 sayı bulması ise ilk yarıdaki muhteşem performansı tamamen gölgelemeye yetti. Üçüncü çeyrek laneti yine Beşiktaş'ın peşini bırakmadı. İlk yarıdaki verimli top paylaşımından uzak bir oyun sergilenmeye başlayınca art arda üç hücumda Vidmar'ın kötü pasları rakibin hızlı hücumlarına dönüştü ve toplam altı sayıyı potamızda gördük. CSKA'nın savunmada vitesi üst seviyeye çıkarması hücumdaki akışı bozdu ve hücumda da el üstünden zor şutlarının girmesi son çeyreğin sonuna kadar Beşiktaş'ın ilk yarıdaki sayı avantajını kaybetmesine neden oldu. Maçı da 15 sayı farkla kaybetmekten kurtulamadı.

Beşiktaş dönem dönem oyuncularının iyi gününde olması sayesinde elit takımlara maçın bazı sekanslarında çok büyük zorluklar yaşatabileceğini bu maçta da gösterdi; fakat bu takımın asıl kozu asla 'gününde olan oyuncuların balı' olmamalı. Deplasmanda oynanan Barcelona maçı bunun en güzel kanıtı aslında. Beşiktaş bu oyuncu grubuyla hücumunu özellikle savunmadaki(özellikle alan savunması ve 1-2-1-1 tam saha baskısıyla) boğuculuğundan beslenerek istikrara kavuşturabilir.

-MEHMET UMUR

Hiç yorum yok: