23 Şubat 2013 Cumartesi

Euroleague Top 16: 8. hafta

Fenerbahçe Ülker 60 - Regal Barcelona 99

Euroleague top 16'da üst üste aldığı iki galibiyetle 5 mağlubiyetin verdiği sıkıntıyı biraz hafifleten ve Türkiye Kupası'nı da kazanarak biraz moral bulan temsilcimiz Fenerbahçe, sahasında tek yenilgiyle grubun zirvesinde yer alan Barcelona'yı ağırladı.Saha ve seyirci avantajına sahip ekibimizin güçlü rakibine arıza çıkarmasını bekliyorduk hatta galip gelebilecek potansiyeli olduğunu düşünüyorduk.Artık kazanmaktan başka çaresi olmayan takımımızın o ruhsuz görüntüsünden kurtularak gerçek potansiyelini parkeye yansıtmasını beklemek taraftarların en doğal, en masumane hakkıydı.Ne yazık ki senaryo değişmedi.


Maçın ilk dakikalarında oyun başa baş oynanıyor gibi görünüyordu.Ancak Fenerbahçe ne kadar organizasyon dışı oynadıysa rakip Barcelona'da bir o kadar düzen içi hücum ediyordu.İlk 4 dakikadaki Mccalebb-Bogdanovic bire birlerinden yalnızca 2/7 isabet çıkınca ve pota altı müdafaasının rezalet olmasına istinaden Barça bir anda öne fırladı.Baskı altındaki oyuncularımıza tribünlerden de yeterli destek gelmeyince boş turnikeler bile kaçmaya başladı.Özellikle Andersen'in ribaunt pozisyonlarında ne topu izlemekle ne de box-out ile uzaktan yakından alakası olmaması rakibe ikinci şans sayılarını getirdi.Tecrübeli skorer Navarro, temsilcimizin bu uyuşuk hallerinden yararlanarak üst üste 3 sayı isabetleri buldu ve fark çift hanelere çıktı.Juan Carlos Navarro gibi bir oyuncuyu, onu yeterince yıpratacak sertlikte olmayan ve zaten hücumda üzerine yeterince yük binen Bogdanovic ile savunmaya çalışmanın mantığı ayrı bir tartışma konusu olmalı hele elinizde Sato ve Ömer varken.Ancak tüm diğer sorunlar arasında sadece ufacık bir ayrıntı olarak yer alabilir.İkinci çeyrekte kısaların bir şekilde direnç koymasına karşın uzunların pota dibinden kaçırdıkları tahammül sınırlarını herkes için zorladı( özellikle Oğuz 0/8 ile harikalar yarattı!).Burada vurgulanması gereken herhangi bir oyuncuyu hedef göstermek asla değil, mesele potaya 1 metre menzili olan adamların bu inanılmaz yüzdelerle hücum edemeyeceği.Her neyse.Bu da devede kulak kalır.
Hücumlarda girmeyen şutuna kafayı takan Mccalebb'in organizasyonsuzluğu ve vizyonsuzluğu aslında yüksek oranda koç Pianigiani'nin sorumluluğunda.Preldzic'in 18 dakikada 7 asist yaptığını düşünürsek farklı yorumlarda getirebiliriz.Unutulmamalıdır ki Preldzic saf kısa forvettir ve Nicola Vujcic ya da Sabonis falan değildir( sürekli 4 numarada değerlendirildiği yitirilen maçlar hakkındaki görüşüm).Barcelona'nın ekstra bir sertlik göstermemesine rağmen ikinci periyotta rekorlar kitabına girebilecek şekilde yalnızca 6 sayı atılmasını kim nasıl açıklayabilir?39 sayılık bir farkın oluştuğu maçın analizinde oyunun çok içinde kalamıyoruz.Sadece fark ne olursa olsun ciddiyetini koruyarak makine gibi işleyen düzeninden ödün vermeyen -kanımca bu yılın en büyük favorisi- Barcelona'yı ve Pasqual'i tebrik edebiliriz.



Artık Fenerbahçe Ülker'in bu gruptan çıkmaktan daha büyük dertleri var gibi görünüyor.Kaldı ki artık çeyrek finale kalması artık kısmen kendi elinde de değil.Kendi evinde ortalama 90 sayı yiyen takımın probleminin oyuncu kimyasında ve koçun stratejisinde olduğu söylenebilir.Görünüşte öyledir de.Ancak -diğer Türk takımları için de kısmen geçerli- son yıllarda bu branşa bu kadar yatırım yapıp milyon avrolar döken Fenerbahçe'nin, şubeyi tamamen tasfiye ederek kan değişikliğine gitmesi lazım gelir.İşin içinde Aydın Örs mü olur, Tanjevic mi olur(onunla da olmamıştı), Kutluay mı olur bilemem fakat bizim gördüklerimizi tanımlayamıyor olmamız parkenin çok ötelerinde sorunların olduğunu gösteriyor.

-OZAN KEBAPÇI


BC Khimki 87 - 56 Beşiktaş JK



F Grubu'nda henüz galibiyeti bulunmayan Beşiktaş, Khimki deplasmanında Euroleague gemisinde yelkenleri tamamen suya indirdi. Maçın sadece ilk periyodunda savunmada, üçüncü periyodunda da hücumda tek tük varlık gösterebilen Beşiktaş, özellikle savunmada tel tel döküldü. Aslında Beşiktaş, Top 16'nın ilk maçından itibaren bu seviyenin takımı olmadığını giderek daha kuvvetli bir şekilde bütün EL takipçilerine göstermişti. Takımın yetersizliğinin yanında, bu noktaya gelinmesinde eldeki malzemenin de ilk etaptaki verimliliği sağlayamamasının ve sürpriz bir şekilde Erman Kunter'in de bütünleştirici ve toparlayıcı etkisinin kaybolmasının büyük etkisi var. Muratcan Güler sezon başındaki kimlik belirleyen oyunundan oldukça uzak, Markota ve Vidmar bireysel açıdan ilerleme göstermelerine rağmen guardların etkisizliği sebebiyle onlar da gelişmişliklerini pek yansıtamadılar parkeye. Açıkçası şöyle bir gerçek de var; grup maçları bittikten sonra Beşiktaş'ın mutlaka takviye yapması gerektiğinden bahsetmiştik ama yapılan takviyelerin Cemal Nalga ve Daniel Ewing ile sınırlı kalması, onların da performanslarının sınırlı kalması dolayısıyla bu tablo pek de şaşırtıcı olmadı bizler için. Anlaşılan o ki, yönetimin kemer sıkma politikası, teknik kadronun ve oyuncu kadrosunun da performans azaltmasına sebep olmuş. Yönetimin bu hamlesizliği takıma pozitif biçimde de tesir edebilirdi; fakat işler hiç istemediğimiz gibi gitti. Şu noktada suçlayabileceğimiz kimse yok aslında; takım üzerine düşen misyonu yerine getirdi, Top 16'da da Barcelona ve Siena maçlarında fena iş çıkartmadılar, bu noktadan sonra da maçlara tamamen formalite icabı çıkacaklarını zannetmiyorum; hatta FBÜ gruplarındaki profili o kadar düşürdü ki, genel averaja baktığımızda iyimser bile olabiliriz.

-BERK ÇETİN



Anadolu Efes 63 - CSKA Moskova 60

Euroleague Top 16 E Grubu'nun zirvesinde yer alan temsilcimiz Anadolu Efes, üst sıralarda yer edinmek adına önemli rakibi CSKA Moskova'yı Abdi İpekçi'de ağırladı. Geçtiğimiz hafta sahasında yenilgisiz Madrid'i hakemlere rağmen deviren lacivert-beyazlılar, hem Top 16 turunun ilk maçında yenildiği rakibinden rövanşı almanın hem de galibiyet serisine bir yenisini ekleyerek zirve yarışındaki iddiasını arttırmanın peşindeydi. Rus ekibi ise heykeli dikilesi hocası Messina ile Viktor Khryapa'nın yokluğunu olabildiğince kayıpsız atlatarak ilk ikiden kopmamanın planlarını yapıyordu. Ligin en değerli uzunlarından Khryapa'nın eksikliğini maç içinde yaşamasını beklediğimiz CSKA'da kurt hoca Messina, Sasha Kaun ve Nenad Krstic'i ilk beşte başlatarak rotasyonunu farklı şekilde değerlendirme yoluna gitti.


İlk çeyreğe galibiyeti fazlasıyla istemenin aceleciliğiyle hücumlardan boş dönerek başlayan ekibimiz karşısında yıldız guard Milos Teodosic, dümeni hemen eline aldı ve yaptığı organizasyonlarla takımını bir anda öne taşıdı. Özellikle Kaun ile uyumu göze çarpan Sırp oyun kurucu, ilk 5 dakikada sadece Kaun'a 4 basket attırdı. Skor yapmaktan da geri kalmayan Teodosic'i -durdurmak ne kelime- yavaşlatamayan ekibimiz, verilen hücum ribaundları ve hücumda yapılan basit hatalara binaen oyunu geride götürmek zorunda kaldı. Dış şutlarda -ki maç boyunca sıkıntı yaşandı- isabet bulunamaması üzerine hücumlar penetrelere ve Semih'in bire birlerine kaldı. İkinci çeyrek tempoyu düşürerek sertliğin dozajını yükselten Efes, skor bulmakta zorlansa da en azından rakibin kolay basketlerine izin vermedi. Kerem Tunçeri'nin direksiyona geçmesiyle daha kolay pozisyon bulduk lakin o dış şutların gelmemesi, oyun dengelense de sayı farkının kapanmasını engelledi. Devre sonunda yapılan basit top kayıplarını iyi değerlendiren geçen yılın finalisti, farkı çift hane sınırlarında tutmayı başardı.
İkinci yarıya adeta kılıç kalkan oynamaya çıkan ekibimizin müdafaadaki gayreti, hücumun da kıpırdanmasıyla hemen tabelaya yansıdı. Lucas Gordon bu süreçte müthiş işler yaparak büyük katkı verdi. Oyunun şekli, izleyenler hatırlayacaktır, adeta 2010 Dünya Şampiyonası grup maçı olan Türkiye-Rusya mücadelesine benzedi. Aynı tempo, düşük skor ve takımımızın inanılmaz savunma gayreti... Üçüncü periyotta hücumlarda sazı iyice eline alan Teodosic dışında, CSKA'da kimsenin skor yapamaması onlar adına handikap yarattı. Efes cephesinde ise 3 sayı isabeti henüz gelmemişti ve bu işin üstadı olan Vujacic, omzundan sakatlanarak oyunu terk etmek zorunda kalmıştı. Sinan Güler oyuna dahil olarak rakibin tek skor opsiyonu olan Teodosic'i -sayı anlamında pek yavaşlatamasa da- yıprattı ve top kayıplarına sürükledi.Rakip pota altında kolay basketleri kaçırınca fark ancak 5 sayıya inebildi. Son çeyrekte de muazzam savunmasına devam eden ekibimiz, Jamon Lucas önderliğinde skor bulmaya başlayınca fark kısa sürede eridi. Oyunun ve tabelanın ilk kez kafa kafaya geldiği bu anlarda izleyicilerin kulağına kemik sesleri gelmeye başladı. Ciddi anlamda maçın tansiyonu ve sertliği çok başka seviyelerde rücu bulabilecek türdendi. Nihayet Tunçeri bitime 2.5 dakika kala ilk 3 sayılık basketimizi atarken skorda da önde kalmamızı sağladı. Teodosic'in insanüstü çabası tek kişilik resitale döndüğünden -takımın diğer skor opsiyonları Krstic, Weems ve Erceg toplam 5/24 attılar- Efes'in savunma konsantrasyonu aşağı inmedi ve Farmar'dan da gelen üçlük sonrası oyun lehimize döndü. Taktik faullerle geçen sürecin ardından Teodosic ve Erseg son toplardan yararlanamayınca temsilcimiz, çok çok önemli bir galibiyete imza atmış oldu.


CSKA'nın ikinci yarıdaki 26 sayısının 18'ini atan Teodosic'in hakkını verelim ancak tek kişinin bu seviyelerde maç kazanamayacağını söylemeden geçemeyiz. Efes adına ise Gordon 14 sayı 11 ribauntluk müthiş katkı verdi. Kerem Tunçeri ve Jordan Farmar'da son çeyrekteki hamleleriyle galibiyette önemli faktör oldular. Semih Erden ise ilk yarıda oldukça ezildiğimiz çember altı mücadelesini ikinci yarı bambaşka bir noktaya çekerek pota altını kararttı. Efes oldukça değerli bir galibiyet daha alarak serisini 7 maça çıkardı ve üst sıralardaki iddiasını sürdürdü.

19 Şubat 2013 Salı

Euroleague Top 16: 7. hafta değerlendirmesi

Fenerbahçe Ülker 78 - 72 Beşiktaş JK

Euroleague Top 16'da iki Türk takımını karşı karşıya getiren 7. hafta maçında gülen taraf son periyottaki dominant oyunuyla Fenerbahçe Ülker oldu. Maç, beklenen derbi atmosferinden oldukça uzaktı. Sezon boyunca FBÜ'nün iç saha maçları hep bu tattaydı; fakat BJK'nin Çarşı faktörünün doğrudan ve pozitif etki yapacağını düşünenler de hayli yanıldı. İlk periyot da bu tatsız prestij maçı niteliğindeki maça yaraşır biçimde temposuz başladı. Jerrels'ın FBÜ'ye karşı özel hesabını görme isteği dışında da BJK'li oyuncular hayli solgun görünüyorlardı. Nitekim, BJK'nin inanılmaz beceriksiz geçirdiği ilk periyotta FBÜ'den tek direnç gösteren isim Bogdanovic olunca sadece dört sayılık fark oluşabildi. İkinci periyotta ise tam bir Pianigiani fiyaskosu yaşandı. Ewing'e ve Markota'ya özel önlem almamasının bedelini çok ağır ödeyebilirdi Pianigiani; eğer ki son periyotta Barış ve Emir dipsiz kuyuda hapsolan FBÜ hücumunu ustalıkla kurtarmasaydı. İlk yarıyı Beşiktaş, gerçekten temposuz oynamasına rağmen FBÜ'nün yaptığı felaket taktik hatalar sayesinde on sayılık farkla önde bitirdi.



İkinci yarıda ise Beşiktaş'ın foyası meydana çıktı. Tepe oyunlarında FBÜ biraz olsun konsantrasyonunu sağlayınca BJK'nin perde(ler) üzerinden bulduğu boş atış şanslarının hepsini savunmayı başardı. BJK de bu kalburüstü savunmaya karşı çeşitlilik gösteremeyince, FBÜ üçüncü periyotta durdurmayı başardığı rakibini son periyotta sürklase etmeyi başardı. Bogdanovic'in yanında, Son periyottaki oyunun kurmayları olan Barış ve Emir galibiyette büyük pay sahibiydi. Andersen de maç boyunca 13 sayı 7 ribaundluk katkı verdi.
FBÜ derede boğulmaktan kurtulduysa da, böyle kısıtlı bir rakibe karşı Bogdanovic'in 37 dakika sahada kalması anlaşılabilir bir şey değil. Rotasyonu sezon başından beri oldukça verimsiz kullanan Pianigiani, eğer son periyotta Erman Hoca ekmeğine yağ sürmeseydi uykusuz bir gece daha geçirecekti, orası kesin. Taraftarın ayağının artık Ülker Sports Arena'dan iyiden iyiye kesildiği şu zamanlarda rotasyonun hala çok çok verimli olmasa bile dengeli bir mühendislik zekası çerçevesinde şekillenemiyor olması Pianigiani'ye olan güvenin ziyadesiyle zedelenmesine neden oluyor. Top 8 için şansını sonuna kadar zorlamak adına riske girmemesini anlayabiliyorum; fakat İlkan'ı Barış'ı ve hatta Oğuz'u sahada daha fazla tutmamanın risk yönetimiyle ilgili değil akıl eksikliğiyle ilgili olduğu konusunda sanırım artık herkes hemfikir. FB'nin erkek futbol takımında da aynı idari zafiyeti görünce, ''acaba bu kulübün bir kaderi mi bu?'' diye düşünmüyor değil insan. Bu noktadan sonra Pianigiani, eğer insanları almadığı risklerin(!) bir işe yaraması yönünde adımlar olduğuna inandırmak istiyorsa maçlarını kazanmak zorunda. Üst üste iki hafta Khimki ve Laboral deplasmanlarına kadar bir galibiyet bile alamamış olursa takımın moral motivasyonu sıfıra inecektir ve hiç umut kalmayacaktır. Beşiktaş ise, biraz da Kunter'in en kötü koçluk sezonlarından birini geçirmesi sebebiyle onur mücadelesine dönüşen Top 16'da Union Olimpija rolünü sonuna kadar şerefiyle sürdürmeye çalışacaktır. Dasic'in kazanılamadığı bu dönemde, Christopher'dan da istikrarlı bir şekilde yararlanılamaması onları çok sarstı. Markota ve Vidmar'a Jerrels da sezon başındaki ritmiyle eşlik edemeyince onlar adına sıkıntılı bir Top 16 dönemi oldu.



İki takım adına sorulması gereken en önemli soru şu aslında: Düşen koçluk performanslarına rağmen, gelecek sezon yola nasıl devam edilecek? Beşiktaş hataya düşmeyip Kunter ile yollarını ayırmayacaktır; ama Pianigiani için öncelik Top 8'e kalmak değil, gelecek sezon bu takıma neler katabileceğinin ibarelerini şimdiden, hem de hemen göstermeye başlamak olmalı.

-BERK ÇETİN



Anadolu Efes 74 - 72 Real Madrid

Euroleague fikstürünün ilk yarısının son maçında evinde yenilgisiz Real Madrid'i ağırladı.Üst üste 6. galibiyetini hedefleyen lacivert-beyazlılar için birçok faktör açısından önemli bir maçtı.Gruptan çıkma hususunda rakiplerini yenen Efes, hem üst sıralardaki Cska ve Madrid'in arasına katılmak istediğini hem de evinde kolay kolay yenilmeyeceğini göstermek istiyordu.Pablo Laso yönetimindeki İspanyol devi ise serisine bir galibiyet daha ekleme peşindeydi.


Maçı değerlendirmeye geçmeden önce şimdiye kadar pek yapmadığımız aynı şekilde bu haftaya kadar pek gerek olmayan hakem değerlendirmesini yapmak gerekliliğini hissediyorum.Son sezonlarda hakem triosunun bir maça bu denli mütemadi şekilde etki ettiği bir karşılaşma belleğimde yok.Böyle bir rezalet, sık sık yaşanmaz zaten.Camdan seken topun kesilmesi, net faullerin veya saha ihlallerinin verilmemesi maçlarda rastlayabileceğimiz, kırılma anlarında olursa da anlık öfke patlamaları yaşayabileceğimiz pozisyonlar.Fakat hakem kararlarının sürekli bir şekilde -özellikle Avrupa'da- ev sahibinin aleyhine verilerek rakibin zorla oyuna dahil edildiği bu maçlara fazlaca rastlanmaz ve artık bu düdükler yetkili mercilerin gözünden kaçmamalı.Hakem kararları maçta direkt olarak 10 sayı diferans yarattı.Bir Türk şirketinin sponsor olduğu, Efes'in de az buz lobisinin olmadığı bu organizasyona derhal müracaat edilmeli.

Şimdi maça geçebiliriz.İlk periyota iştahla başlayan ekibimiz özellikle pota altından bulduğu sayılarla rakibinin topa baskı yapmasını engelledi.Bu hem top kayıplarını aza indirdi hem de Madrid'in fast-break sayılarını aşağı çekti.İspanyol ekibi ise Rudy Fernandez ile bulduğu sayılarla oyuna tutundu.İkinci periyotta da ilk yarıdaki temposunu sürdüren ve kolay skor bulan ekibimiz farkı çift hanelere getirmeyi başardı.İkinci yarının başlarında Sergio Rodriguez ile hareketlenen ve daha akılcı setler oynamaya başlayan Real Madrid hem ekibimizin hem de hakemlerin hataları sebebiyle farkı aşağılara çekmeyi başardı.Son periyotta rakibin sertleşmesine rağmen hamlelere cevap veren temsilcimiz hakemlerin çığırdan çıkmasıyla farkın erimesine engel olamadı.Farmar'ın Rodriguez'e yaptığı blok sonrası çok kötü bir tercihle Tunçeri'ye 3 sayı attırması yürekleri ağızlara getirse de, ligin en elit şutörü Carroll'ın son topta isabet bulamaması hak ettiğimiz galibiyeti bize getirdi.6/10 isabetle 16 sayı 5 asistlik bir performans gösteren Jamon Gordon, rakamların ötesinde bir katkıyla galibiyeti getiren oyuncuların başındaydı.


Oldukça önemli bu iç saha galibiyetini alan Efes'in; Zalgiris, Malaga ve Pana galibiyetleri şimdi daha da anlamlı hale geldi ve grubun ilerleyen günlerine daha da açık bakabilecek konuma geldi.Bundan sonra hedeflenecek şey ilk iki arasına girebilmek olmalı lakin daha oynanacak 7 maç ve önemli deplasmanlar var.Erkenden havaya girmek fayda getirmeyecektir ancak Oktay Mahmuti buna mahal verecek bir hoca değil.

-OZAN KEBAPÇI

18 Şubat 2013 Pazartesi

Kahramanlık meselesi



Geçtiğimiz hafta kız arkadaşı Reeva Steenkamp’i öldürdüğü iddiasıyla gündeme gelen ve kamuoyunun gözündeki kahraman konumundan birden bire bir katile dönüşen Oscar Pistorius, hepimizi kahramanlık kavramı konusunda tekrar düşünmeye itti. Kuşkusuz herhangi bir spor dalıyla ucundan kıyısından ilgilenen herkesin, gönlünde ayrı bir yere sahip, onların kahramanı haline gelmiş sporcular vardır. Pistorius da Olimpiyatlar’da mücadele eden ilk ampute sporcu olmasının üstüne bir de 400 metrede yarı final koşma başarısını gösterince birçok genç için kahraman konumuna yükselmiş ve onlar için ilham kaynağı olmuştu. Nitekim Pistorius’un sonuncu sırada bitirerek final koşma şansını yitirdiği yarı final serisini ilk sırada tamamlayan Grenadalı atlet Kirani James, yarış sonunda Güney Afrikalı atletin göğüs numarasını hatıra olarak isteyerek onun geldiği konumu gözler önüne sermişti.

Pistorius’un azmiyle bu denli sembol bir hal almasına sebep olan fiziksel engeliydi hiç kuşkusuz, yalnız 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda 3 farklı dalda altın madalya kazanarak olimpiyat tarihinin en unutulmaz başarı öykülerinden birini yazan Emil Zatopek’in öyküsünde engel fiziksel değil, farklı bir boyuttaydı. Onun atletizme başladığı yıllarda ülkesi Çekoslovakya, Nazi Almanya’sının işgali altındaydı. Çalıştığı fabrikanın patronunun teşvikiyle,  gönülsüz olarak da olsa katıldığı Brno’daki ilk yarışında ikinci sırayı aldığında başlamıştı atletizm kariyeri. ‘’Neden birinci olmuyorum ki?’’ sorusuyla başlayan başarı öyküsü onu atletizm tarihinin unutulmazları arasına sokacaktı. Tank ve tüfek sesleri eşliğinde antrenman yaptığı yıllarda büyük bir umutla, ülkesini Alman işgalinden kurtarmaları için beklediği Sovyet güçleri kariyeri sona erdikten sonra bu kez onun kabusu haline gelecekti. Çekoslovakya’daki sosyalist düzen onun aktif kariyerinde ve halkın gözündekini konumunda önemli bir etkiye sahipti. Kazandığı yarışlar ve kırdığı rekorlardan sonra, Çekoslovak Ordusu’nda sahip olduğu askerlik rütbesindeki terfilerin yanı sıra, hükümetin onu kapitalist dünyadan sert bir şekilde koruması ve halka sosyalizmin güçlü yanlarının sembolü olarak lanse etmesi bu etkilerin başlıcalarındandı. Zatopek’in soğuk savaş sebebiyle, 1. Dünya Ülkeleri olarak adlandırılan kapitalist ülkelerdeki  yarışlardan aldığı davetler de, Çek atletin olası bir iltica girişiminde bulunma ihtimali nedeniyle hükümet tarafından reddediliyordu.



Zatopek, altın madalyalar ve rekorlarla dolu olan kariyerini yaşı sebebiyle ister istemez sonlandırdıktan sonra ülkesinin Komünist Partisi'nin önemli bir sembolü olmayı sürdürdü. Ancak Çek atletin, Prag Baharı olarak bilinen dönemde Alexander Dubcek'in yönetime gelmesiyle sosyalist düzende çeşitli reformlar gerçekleştirmeyi amaçlayan özgürlükçü kanada destek vermesi onun partideki etkinliğini kaybetmesine sebep oldu. Sovyetler'in ülkeyi işgaliyle sona eren bu dönemin sonrasında Zatopek, ordudaki ve partideki görevlerinden alınarak çöpçülük ve uranyum madenlerinde işçilik gibi zor ve itibarsız işlerde çalıştırıldı. Bu görevlerde geçirdiği yıllar boyunca halkla bir araya geldiği yerlerde sürekli sevgi gösterileriyle karşılaştı. Bu şekilde geçirdiği yaklaşık 10 yılın ardından devletin ona hiçbir kötü muamele göstermediğini belirten bir kağıdı imzalaması karşılığında arşiv görevlisi konumuna atandı. Onun hükümet nezdinde tam olarak aklanması ise 1990 yılındaki iade-i itibarı ile gerçekleşti. Ülkesine uluslararası alanda birçok başarı kazandıran Çek atlet ölümünden sadece 10 yıl önce devleti tarafından aklanabildi. Ancak halkının gözündeki kahraman imajını hayatının hiçbir döneminde kaybetmedi ve dünyanın dört bir yanında birçok sporcu için ilham kaynağı olmayı sürdürdü.

15 Şubat 2013 Cuma

14 Şubat'ın Anlamı

14 Şubat: Sanayi sonrası devrin ileri kapitalist toplumlarının, kişilere duygusal tınılar yükleyerek oluşturdukları pazarlama günlerinden biri. Kimileri 14 Şubat'ı maddi şekli dışında daha soyut anlamlar çıkartarak bir kutlama günü haline de getirebilir ki getiriyorlar da. Ancak bugünün benim zihnimde yarattığı anlam bambaşka. Bugün Ronaldo'nun, gerçek Ronaldo'nun, R9'un, Luiz Nazario de Lima'nın muazzam kariyerini noktaladığı gün.


El fenomeno, maalesef futbolcuların en büyük talihsizliğinin, sakatlığın, sözlükteki karşılığı oldu. ''Keşke sakatlanmasaydı'' söz grubu en çok onun için kullanılmış olmalı ya da bunu söylerken en içten üzüntüyü ona duymuş olmalıyız. Ne yazık ki artık sakatlığına bile üzülemeyiz. 2006 yılında Kadıköy Anadolu Lisesi'ne bir söyleşi vesilesiyle gelen Rıdvan Dilmen, öğrenciler tarafından kaçınılmaz olarak sorulan ''En iyi futbolcu kim?'' sorusuna (ki zamanın popülerleri Kaka ve Ronaldinho idi) "Sağlıklı bir Ronaldo diğer herkesten iyidir." diyerek yorumculuk kariyerinin en doğru tespitini yaparken kendisinden haz etmeyenlerin dahi alkışını almıştı. Aslında bütün olay da o '''sağlıklı''  kelimesindeydi. ''Sağlıklı'' Ronaldo henüz 17 yaşında Brezilya ligini karıştırmaya başlamış ve 18'ine basmadan 94 Dünya Kupası'nda Romario'nun arkasındaki yerini almıştı. Tabi ki Avrupa ekipleri bu performansa kayıtsız kalmadı ve R9 kupa sonunda PSV'nin yolunu tuttu. Burada inanılmaz rakamlara ulaşınca level atlama zamanı geldi ve İspanyol devi Barcelona'ya geçti. Cristiano Ronaldo ve Messi'nin henüz piyasada olmadığı bir ortamda La Liga için rekorlara imza attı. İstatistikler dışında gelişi Barça'nın, gidişi İnter'in transfer rekorları oldu. 20 yaşında yılın oyuncusu olarak her dalda rekorlara koştu. İtalya Serie A'ya da çabuk adapte olan efsane, harika golleri dışında video oyunlarında gördüğümüz hareketleri de bize fazlasıyla izlettirdi. Benim jenerasyonumun onunla yakından tanıştığı yer olan 98 Dünya Kupası, onun en büyük olduğunu kanıtladı. Finalden önce sakatlanması ise kariyerinin özetinin spoiler olarak verilmesiydi. Inter'de kişisel tüm ödüllere ambargo koyduğu, herkesin onun büyüklüğünü kabul ettiği bir anda, Kasım 99'da ilk ciddi diz sakatlığını yaşadı. 5 ay sonra sahalara döndüğü Lazio maçında ise yalnızca 7 dakikada kariyer planlaması yaptı. Bu dakikada sakatlanan Ronaldo futboldan neredeyse 2 sene uzak kaldı. Dünyanın en iyisi olduğu o zamanlarda yaşadığı bu talihsizlik milyonlarca insanın kalbini en az Fifa oyununlarının onun ismini söylememesi kadar kırdı. Ameliyatlar ve rehabilitasyon süreci sonrası döndüğü ilk önemli turnuva olan 2002 Dünya Kupası, bir nevi diriliş hikayesi oldu onun için. Açıkça belli olan kilo fazlasına ve süratinden çok şey kaybetmesine karşın attığı 8 golle takımının şampiyonluğunda en önemli pay sahibiydi. Yine yüksek meblağlara Castilla yolunu tutan Ronaldo, kendisinden hala çok şey beklenildiğinin farkındaydı. Daha gelir gelmez forma satışlarında yaşanan patlama da bunun göstergesiydi.O günlerde Türkiye'de ise ''bir çocuk'' Real Madrid maçının tekrarını izlemek için ilk kız arkadaşını parkta bırakıyordu (evet bana hiç benzemezdi). Ama çoğumuz Nihat Kahveci ile girdiği krallık yarışında onun yanında olamadık. Madrid ekibiyle de gollerine ve kupalara devam eden ''El fenomeno'' kanıtlayacak bir şey bırakmadan tarihin en büyük oyuncuları (kimilerine göre en büyük) arasında olarak 30'lu yaşlarına girdi. 94 kilo olarak geldiği 2006 Dünya Kupası'nda 3 gol atıp Gerd Müller'in rekorunu kırarak kendisine gülenlere yanıt verdi. Nistelrooy'un gelişiyle gözden düşünce yeniden Milano yolunu tutmak gibi bir hata yaptı ki gollerle döndüğü İtalya'nın havası ona bir kez daha yaramadı ve son demlerinde bile onu keyifle izlememize mani olan o illet sakatlığı nüksetti. 33'üne geldiğinde ise ev sıcaklığının iyi geleceğini düşünerek Corinthians'ın yolunu tuttu. İstatistiksel olarak iyi geçirdiği 1.5 sezonun ardından gözyaşlarının sel olduğu bir sevgililer gününde milyonlarca kalbin sevgilisi olarak futbola veda etti.



Onun yeteneği, kariyeri için oldukça kısa ve kısır cümleler kurulabilir zira hakkında söyleneceklerin hep yetersiz kalacağı belki de tek oyuncudur Ronaldo. Bize hissettirdikleri, izlettikleri için ona şükran borçluyuz. Yalnız R9'da biz aşıklarına, göstermekten mahrum bıraktığı şeyler adına özür borçlu. 14 Şubat'ın en önemli anlamı karşısında saygıyla eğiliyoruz.

5 Şubat 2013 Salı

Euroleague Top16 altıncı hafta değerlendirmesi

Olympiacos 82 - 71 Fenerbahçe Ülker

Geçtiğimiz hafta Top 16'nın flaş ekiplerinden Khimki'ye karşı alınan galibiyet, hem takımın bundan sonraki Top 16 maçlarındaki motivasyonunu, hem de Pianigiani'nin taktiksel saplantılarından bir nebze kurtulmasını sağlayacak gibiydi. Khimki maçındaki olumlu gelişmeler kalan 9 maç için önemli verilerdi; Pianigiani 4 kısalı beşten vazgeçmiş görünüyordu, Bo geride kalan maçlara oranla daha istekli ve halinden memnundu. Son Fenerbahçe Ülker yazısında da Fenerbahçe Ülker'in Bogdanovic-Andersen-McCalebb üçgeninden optimum düzeyde skor bulması gerektiğini belirtmiştim; biraz geç kalınmış olsa da son iki maçta oldukça verimli bir şekilde yararlanıldı bu üçgenden. Khimki maçında bu üçlüden 60 sayı bulan FBÜ, son Olympiacos maçında da 58 bulmayı başardı. Gerçi sorun hücumla alakalı değil; FBÜ savunmada bir türlü Top 16 seviyesinde sahip olması gereken konsantrasyon seviyesine ulaşamıyor. Gershon'un Maccabi'si ya da Messina'nın Madrid'i olmadığınız sürece bu seviyede atarak kazanabilmeniz mümkün değil. Pianigiani 4 kısalı beşten yırtıcı bir füzyon yaratmaya çalışıyor olsa da bunun için öncelikle McCalebb'i fişekleyecek muhteşem box-out yapan en az 2-3 oyuncunuz olmalı. Batiste ve Oğuz bu iş için ziyadesiyle yavaş, Andersen oyunun savunma kanadından çoktan emekliliğini istemişken de uygulanmaya çalışılan sistem tıkanıyor haliyle. Takımın diğer bir yarası ise tribün kanadında. FBÜ taraftarın güvenini tamamen kaybetmiş görünüyor; zira Khimki maçını televizyondan izleyen FB'lilerin ruh sağlığı ciddi anlamda darbe yemiştir. TV'de Murat Kosova'nın sesinin arkasında toplasak -ve biraz da iyimser olursak- elli kişilik bir koronun sesi parça parça duyulabiliyordu. Khimki maçı önemli bir adımdı; fakat önümüzdeki iki haftada içeride oynanacak BJK ve Barça maçları için Olympiacos maçındaki karakter önemli olacaktı.



Barış ve Dostluk Salonu'nda işler Preldzic ve Ömer'in yokluğuna rağmen güzel başlamıştı. Savunma hala aksıyordu ama FBÜ maçın sonuna kadar direnecek gibi duruyordu. Ama 2. periyodun sonunda Sato'nun da oyun dışı kalmasıyla kısa rotasyonu iyice daraldı ve Tripkovic'in şaşkaloz oyununa mahkum kaldı Fenerbahçe. Hücumda malum üçgen işliyordu fakat çarklardaki yağ eksikti. Hücuma akıcılık katacak tek oyuncu Barış'tı ve o da Olympiacos gibi bir takıma karşı hiç yeterli değildi. Bunun yanında Bo bütün maç, Andersen 32 dakika, Bogdanovic de 38 dakika sahada kaldı. Rotasyonda çeşitlilik sağlayamayan FBÜ'nün saha içi organizasyonları ikinci yarıdan itibaren o kadar tekdüzeleşti ki, Olympiacos'un antrenörü Keith Smart ve oyun kurucusu da Hakan Demirel ya da Smush Parker dahi olsaydı işler büyük ihtimalle Piraeus adına zora girmezdi. İkinci yarıda hücum yükünü taşımaktan iyice yorulan FBÜ ilk beşi, son bölümde farkı 20'li sayılardan 11'e kadar indirerek gelecek hafta için teselli ikramiyesini kurtarmış oldu.
FBÜ'de elit bir ritmi yakalayan Bo-Andersen-Bogdanovic üçlüsüne diğer parçalar sadece yapmaları gerekenleri yaparak(belki Barış ve İlkan'dan ekstra performanslar alarak) destek olurlarsa, en azından erken havlu atmazlar. Savunmada biraz daha efor sarf etmek bu denli profesyonel bir oyuncu topluluğu için çok da zor olmasa gerek. 95-100 sayılarla kaybedilen ilk dört maç sonrasında iki maçta FBÜ 82 sayı yedi Khimki ve Olympiacos'tan. Bu sayıyı 70'e çekip çekemeyeceği sorusuna vereceği cevap FBÜ'nün gruptaki geleceğini belirleyecek.

-Berk Çetin

Unicaja Malaga 73 - 78 Anadolu Efes

Euroleague Top 16'daki 6. maçında Anadolu Efes, Martin Carpena Salonu'nda grubun geleceği adına bu kritik maçta Unicaja Malaga'ya konuk oldu. Birbirlerinin üzerinde bitirmeyi hedefleyen bu iki takımın mücadelesi çetin geçmeye maç öncesi gebeydi. Repesa'nın elinde, -geçen sezona göre- kısıtlı olan rotasyonuna rağmen oldukça sert görünen İspanyol ekibi, kendi liginde kötü günler geçirse de Calloway ve özellikle Williams gibi ne yapacağı belli olmayan iki guardı ve 'size' olarak oldukça üstün olan Vazquez-Zoric-Perovic üçlüsüyle her takıma karşı tehlike arz etmekteydi. Bu maçta oldukça büyük boşluklar görülse de genellikle seyircisini arkasına alarak içerideki maçlarda rakibini boğan bir takımdı.Efes adına alınacak bir galibiyet daha önce de bahsettiğimiz gibi, hem olası rakibine yaklaşma şansı vermemesi açısından hem de üst sıralardaki yerini koruması adına önemliydi ve önünün daha da açılmasını sağlayacaktı.



İlk periyottan itibaren rakibin oyununu bozmaya başlayan Efes, gerekli top paylaşımını ve dış oyunculara karşı topa baskıyı gerçekleştirince maçın direksiyonuna geçmiş oldu. Malaga ekibi çember altında Zoric'in Semih ve Barac'a ,özellikle ikili oyunlar sonrası, (2.05'lik Zoric'in kendisinden oldukça uzun bu ikiliye karşı bire birlerde pek şansı olmadığı için) arıza çıkartmasıyla maça bir şekilde tutundu ve farkın açılmasını engelledi. Yine de Farmar ve kenardan gelen Gönlüm-Vujacic gibi oyuncularla skor farkı 10 sayı civarlarına sabitlendi. İkinci yarının başlarında yine Kerem Gönlüm'ün etkili oyunu ve Tunçeri'nin organizasyonuyla gelen basketler sayesinde fark maçtaki en yüksek seviyeye ulaştı:16. Ve temsilcimiz çaresiz durumda gözüken rakibi karşısında farkı arttırmak adına önemli şanslar yakaladı. Ancak tercih hataları yüzünden ritm kayboldu. Bu andan sonra ise Malaga'nın geri dönüşü başladı. Urtasun'un yaktığı ateşi Calloway daha da büyüttü ve dışarıdan üst üste isabetler buldular. Bu yüzden son çeyreğe Efes yalnızca tek sayı farkla önde girdi. Son derece çekişmeli geçen bu periyotta karşılıklı basketlerle maç önem seviyesine yakışır bir hal aldı. Calloway'in hem Farmar üzerindeki hem de hücumdaki çabalarıyla öne geçmeyi bile başaran Malaga'ya karşı sahaya direnç ve karakter koyan beyaz formalı oyuncular görmek ayrıca sevindiriciydi. Farmar'ın son anlarda yeniden direksiyona geçmesiyle son darbeyi vuran Anadolu Efes, bu dakikadan sonra arkasına bakmadı ve bu kritik deplasmanda üst üste 5. galibiyetini alarak çeyrek final kapısını aralamış oldu.

- Ozan Kebapçı