18 Aralık 2012 Salı

Euroleague 10. hafta değerlendirmesi

Normal sezonu tabir-i caizse ''ite kaka'' tamamlamış bulunuyoruz. Beşiktaş kendisinden beklenenin daha fazlasını, iç sahada fark yediği Barcelona ve CSKA maçları dışında sahaya yansıtmayı başarırken, diğer iki temsilcimiz Efes ve FB Ülker hedeflerine yakışmayan performanslarla ilk etabı tamamladılar. Yine de Pianigiani ve Mahmuti'nin mevcut durumların üstesinden gelebileceğine dair inancımız hala sağlam.

Son hafta maçlarından sonra, konuşulması gereken en önemli konu başlığı şüphesiz ki Partizan. Son haftaya kadar inanılmaz bir mücadele sergilediler, ama maalesef T16 dışında kaldılar. Bir başka diriliş hikayesiyse Caja Laboral tarafından yazıldı. Zan Tabak aşısıyla son 4 maçta 3 galibiyet elde eden İspanya ekibi, EA7 Milano'yu son düzlükteki atağıyla geride bırakarak T16'ya ismini yazdıran son İspanya temsilcisi oldu. Keith Langford önderliğindeki İtalya temsilcisi ise Olympiacos'a karşı son ana kadar direndiyse de, sonunu getiremedi.

T16 1. hafta maçlarının başlangıç tarihine kadar, Normal sezonun en'ler kapsamında geniş değerlendirme yazılarını ve T16 tahminlerini gene bu sütunlarda önümüzdeki günlerde yayınlayacağız. O zamana kadar hoşçakalın.

Fenerbahçe Ülker 77 - 69 Mapooro Cantu

Şaşırtıcı biçimde T16 şansını son maça bırakan FBÜ, maç içinde 1. ve 3. çeyreğin bazı bölümlerinde kötü sinyaller verse de rahat bir şekilde adını bir üst tura yazdırdı. İlk çeyrekte Ömer ve İlkan oyuna girene kadar FB savunmada çok zorlandı; fakat bunu sadece savunma zafiyetine bağlamak haksızlık olur. Hücum süresi dolarken toplam 7 sayı yedi Fenerbahçe. İkinci çeyrekte ise Ömer ve İlkan ilk çeyrekte kaldıkları yerden devam ederken, çok büyük bir karakter ortaya koyarak savunmada da hücumda da takımı ateşleyen isimler oldular. Barış da soğukkanlı oyunuyla bu iki isme katkı verdi. Savunmada vitesi arttıran FB, Sato'nun bir zorlama üçlüğü dışında hücumda hiç zorlanmadı ikinci çeyrek boyunca. Bo ilk defa istikrarlı bir şekilde rakibin karnına çalıştı ve çok da verimli oldu. Devrenin bitimine 2 dakika kala gevşeklikten ötürü yenen altı sayı dışında Fenerbahçe müthiş savunma yaptı.


İkinci yarıya durgun başlayan FB'de fark yaratan isimler Oğuz ve Emir oldu. Oğuz hücumda bu sezon ilk defa kendinden emin bir oyun oynadı ve takımın hücumdaki sürpriz skoreri oldu. Maçı da 4/6 iki sayı ve 4/5 serbest atış isabetleriyle 12 sayı, 4 ribaund ile tamamladı. FBÜ son çeyreğe farkı bir türlü çift haneli sayılara çıkaramadan girse de, herkesin korktuğu başa gelmedi ve T16 bileti krizsiz ve tereddütsüz bir maç sonuyla alınmış oldu. Son periyodun sorunsuz geçilmesinde de en büyük pay kuşkusuz savunmada ve hücum ribaundlarında müthiş efor sarf eden Sato ile, dört kısayla oynanan bölümde ortaya çıkan miss-match'lerde Leunen'i ve Cusin'i penetreleriyle hep zorlayan ve her seferinde faul almayı başaran Emir'indi.
FBÜ ilk çeyrekle 2. ve 3. periyotların son bölümleri dışında çok iyi savunma yaptı. 69 sayı yenmiş olsa da, yapılan savunma normal şartlarda 55-60 sayıya izin verirdi ancak Cantu gerçekten çok fazla şans topu elde etti. Bunun dışında takımın 8 asistte kaldığını görüyoruz; fakat bunu da Cantu gibi bir rakibe karşı mazur görmemiz lazım; zira Cantu set hücumunu yavaşlatabilen, ancak birebir savunmada güdük kalan bir ekip(Aradori ve Markoishvili'nin stense hızı 38'lik Basile'den daha iyi durumda değil). Özellikle son periyotta tamamen bilinçli ve ısrarlı bir şekilde, hem maç temposunu düşürüp kaza kurşununa sebebiyet vermemek, hem de rakibi erken faul problemine sokmak için uygulanan penetre hücumu Pianigiani'nin ustalığıydı. Fenerbahçe belki topu çok iyi paylaşamadı ama topun değerini çok iyi bildi. Maçı 7 top çalma, 5 top kaybı yaparak ve rakipten 9 tane daha fazla ribaund alarak bitirdiler. 15/19 serbest atış isabeti(Cantu'nun 5/6) de bir başka belirleyici istatistikti. Cantu'da ise Markoishvili ve Aradori çizgi gerisinden %67 isabetle, Cusin de orta mesafeden %77 isabet oranıyla toplam 48 sayılık katkı yaptılarsa da mucize için yeterli olamadılar. Maçın yıldızı ise 8/13 saha içi, 2/2 serbest atış isabetiyle 19 sayı, 3 asist ve 2 top çalma üreten Bo McCalebb'di.


Fenerbahçe sezonun ilk final maçında geçen maçların aksine çok daha iyi bir sınav verdi. Son periyoda başa baş girilmesine rağmen oyun disiplininden hiç kopmadılar ve asıl kozları Bo'yu ilk defa maç kazandıracak biçimde kullanabildiler. Zaten Sato, Ömer ve İlkan'ın savunmadaki bezdiriciliği Bo'nun açık alandaki hızlı ve delici stilini beslediği sürece bu takımı Khimki ve Cantu gibi orta direk takımların zorlaması çok zor. Fenerbahçe eğer Bu prensibin yanında savunmada Batiste'den, hücumda da Andersen'den istikrarlı bir şekilde yararlanmayı başarabilirse, T16'da bambaşka bir takım izleyeceğimiz kesin.

-BERK ÇETİN



Zalgiris Kaunas 71 - 53 Anadolu Efes

Günahıyla sevabıyla bir Euroleague normal sezonunu daha geride bıraktık.
Temsilcilerimizin üçü de T16'ya kalırken, Beşiktaş haricindeki iki takımımız da hayal kırıklığı yarattı. Sezona oldukça başarılı giren Anadolu Efes ise yükselen ivmesini her geçen gün kaybetti ve maalesef görmeye alıştığımız eski günlere döndü. Maçlar erken kopmaya başladı ancak bu duruma itiraz eden oyuncu sadece 35'lik Kerem Gönlüm'dü.


Analojik değerlendirme yapıldığında Farmar ve Gordon'ın performanslarının ne kadar düşüştü olduğunu görebiliriz(JF gruplardaki 2. maçta 8/15 ile 25 sayı 8 ribaunt 9 asist 1 tk, son maçta 3/11 ile 7 sayı 3 ribaunt 3 asist 5 tk). Hal böyleyken farkına varılan nokta ise, Efes'in mevcut kadrosunun hücum potansiyeline karşılık rakip takımların spesifik oyuncular üzerinde etkin bir savunma metodu izleyerek yardımcı erkek oyuncuların da performansını olumsuz yönde etkilemesiydi. Mahmuti'nin bu hücum zenginliğine binaen geliştirmeye çalıştığı yüksek tempo oyunları ise en bilindik yöntemlerle savuşturuldu(içerideki Zalgiris maçıyla beraber -Vujacic hariç- bu lokomotif oyuncuların form düşüklüğünü de hesaba katmak gerekir). Efes taraftarlarını, transfer edildiğinde belki gelen diğer oyuncuların tamamından daha fazla sevindiren, Valencia'da ve Sırp Milli Takımı'nda elit oyuncu kategorisine göz kırpan Dusko Savanovic'in hali ise içler acısı. Hoş 1.5 sezondur hiçbir zaman yüksek form düzeyine ulaşmamıştı; lakin tüm maçlarda 'ben varım' demişti. Son Kaunas maçında ise kıçı kırık Jankunas bile ona 'sen kimsin?' diyebildi(Paulius Jankunas 15 dakikada 8/9 ile 18 sayı, Dusko Savanovic 17 dakikada 1/8 ile 4 sayı).


Maçı tasvir etmek adına birkaç cümle sarf etmek yeterli olacaktır. İlk yarı boyunca Efes şutlarının isabetsizliğinin de etkisiyle pota altında oldukça etkili bir Kaunas gördük. Efes ise ne içeriden ne de dışarıdan isabet bulamayınca kontrol ev sahibi Zalgiris'e geçti. İkinci periyottaki olumsuz oyuna rağmen rakip oyuncuların da lakayt davranmasıyla fark, dönüşü olmayacak seviyede açılmadı. Hatta Savanovic potaya yarım metre ve aşağısındaki mesafelerden 3 turnike kaçırmasaydı, utanmadan devreyi önde bitirecekti Anadolu Efes! İkinci devre ise takımımız kolayca beyaz bayrak çekti ve Zalgiris de fazla zorlanmadan liderliğe uzandı. Mahmuti'nin takımı kağıt üzerinde veya başka bir şey üzerinde fark etmez Litvanya ekibinden daha iyi bir takım. NTV'nin milli takım reklamlarını hatırlarsak Hido'nun 'bu bi takım oyunu' şeklindeki klibi hemen akıllara gelecektir. Basit bir cümle gibi duruyor fakat sahada olup bu durumun idrakında olmak ya da oyunculara bu bilinci aşılamak gerçekten zor. Yıldızlar karmasıyken F4 göremeyen, ertesi sezon mütevazi sayılabilecek kadrosuyla şampiyon olan Olympiacos'u hatırlayın. Özellikle erken havlu atma durumu geçen yıldan hiç uzak gözükmese de Oktay Mahmuti'nin Sarıca-Zouros ikilisinin toplamından daha inançlı ve donanımlı bir antrenör olduğunu ve bu sayede elindeki bu malzemeden güzel bir eser çıkarabileceğini hala düşünüyorum.

-OZAN KEBAPÇI

12 Aralık 2012 Çarşamba

İnsan insanın vicdanı olur mu?

Geçtiğimiz haftasonu, Ahmet Cömert Spor Salonu'nda Beşiktaş ile Galatasaray'ın erkek takımları arasında oynanan ve yarım kalan tekerlekli sandalye basketbol müsabakasında her yıl futbol sahalarında birkaç kez meydana gelen holigan şiddetinden pek de farkı olmayan olaylar yaşandı; Beşiktaşlı taraftarlar Galatasaray bayrağını yırttılar, karşılıklı sataşmalarla ortam iyice alevlendi, ve sonrasında kapalı ortamda sıkılan biber gazları, havada uçuşan küfürler ve bozuk paralar, saha içine inip sporcuların materyallerine yansıyan fiziksel şiddet, ve niceleri...
Malumunuz, futbol müsabakalarında ezeli rakiplerin aldıkları ''deplasmana taraftar götürmeme'' kararı sonrası, kapalı spor salonlarında artık bu tür olaylara çok daha fazla tanık olmaya başlamıştık; zira geçen seneden beri işleyen deplasman yasağının acı bir sonucu bu; spor salonlarında kolluk kuvvetini biber gazı sıkmaya mecbur eden kişiler çoğunlukla tribünlerde deşarj olmaktan mahrum kalan futbol taraftarları oluyor. En büyük çekişme sahnesi futbol arenası olan holiganların er meydanları ellerinden alınınca kağıttan uçak yapma derbisini bile kavga unsuru haline getirebiliyorlar. Ama haklarını yememekte fayda var; sayelerinde Türkiye genelinde düzenli takipçi sayısı 1000'den fazla olmayan(konunun hassasiyeti yüzünden fazla iyimserim) tekerlekli sandalye takımlarının varlığından haberdar olabiliyoruz!


İki kulübün ağız birliği ederek yaptıkları kınama açıklamasının da külliyen göstermelik olduğunu ilerleyen günlerde görmüş bulunduk. Galatasaray Kulübü'nün olaylardan sonra taraftarlarını ''önce karşı taraf başlattı'' diye savunarak ihaleyi Beşiktaş'a yıkmaya çalışmasına ve ''bunu yapanlar bizim taraftarlarımız olamaz'' diyerek işin içinden kendini inkar etme yöntemiyle tamamen sıyrılma çabalarına diğer kulüplerin daha önceki davranışlarından da alışkınız(yine geçtiğimiz pazar günü Kayserispor ile karşılaşmak için stadyuma giderken Fenerbahçe'nin takım otobüsü taşlanınca Kayseri başkanı aynı açıklamayı yapmıştı). Ama bu da başka bir yazının, uzunca yazılması gereken bir konusu.
Biz gelelim asıl meseleye: Futbol ve basketbol sahalarında uzun zamandır görmeye alışık olduğumuz bu olaylar, hangi sebeple vicdanımıza bu kadar dokundu da bir anda iki ezeli rakibi bile ortak basın açıklaması yapmaya teşvik etti? Cevap: Tekerlekli sandalye. Sahaya çıkan sporcular fiziksel açıdan kısıtlı ve sınırlı olunca(dolayısıyla acınası durumda olunca), bütün spor kamuoyunu, bir türlü farkına varmakta zorlandığımız o çirkin ikiyüzlülüğe iteledi. Çoktan verilmiş olması gereken kolektif tepkiler, birkaç tekerlekli sandalye kırılınca ortaya çıktı. İşin içine tekerlekli sandalye girince, birbirini olayları başlatmakla suçlayan taraftarları ''bari tekerlekli sandalye maçında bu tartışmayı yapmayın, bu işin taraftarlığı olmaz, ayıptır'' diyerek yapılanları bir başka ayıpla örtmeye çalışanlar da oldu. Samimiyete bakar mısınız!

Bu olaylar aslında toplumsal hayatımızdaki çeşitli sınıfsal farklılıkların arasındaki görünmez duvarlardan kaynaklanan yabancılaşmadan çok da farklı değil. Mevzubahis kolu, bacağı olmayan(ya da kısıtlı olan), cebinde daha az parası olan, daha 'utanılacak' meslek gruplarına dahil olan insanlar olunca, kalbimiz bir anda yumuşayıveriyor, onlara yapılan haksızlık ve kötülüklere verdiğimiz tepkiler normalin on katı büyüklüğünde oluyor. Kitlesel olarak yanlış yapılanmış bir vicdan gösterisine giriveriyoruz. Kadınların voleybol ya da basketbol müsabakalarında bu tür olaylar yaşanınca da, kadın olmalarından mütevellit abartılı bir tepkiselliğe bürünüyoruz.


Kaba kuvvet ve saldırganlık tekerlekli sandalye maçında ya da kadınların maçlarında ortaya çıkınca daha ayıp ve utandırıcı olmamalı, biz bir türlü bunun idrakına varamıyoruz. Holiganizm olaylarını cereyan ettikleri platformlara göre değerlendirmek, ''Hoooop aile var!'' diye bağıran ataerkil ve sözde ahlaklı toplum/birey yapısının bir ürünü olmaktan öteye gidemiyor. Bu saçma ve acınası(aynı zamanda gülünesi) tavır yüzünden, sevgili Umut Sarıkaya ekmeğinden olmuyor; o iyi oluyor işte!

11 Aralık 2012 Salı

Euroleague 9. hafta değerlendirmesi

THY Euroleague'de ilk defa bir haftayı üçte sıfır yaparak kapattı takımlarımız. Fenerbahçe kötü sinyaller vermeye devam ederek, kadrosuna ve koçuna yakışmayan spekülasyonları da beraberinde getirdi. Efes ve Beşiktaş da gruptan çıkmanın rehavetini fazlasıyla hissedince, hüsran kaçınılmaz oldu.
Temsilcilerimizin dışında göze çarpan bazı performanslara göz atacak olursak, ilk sıraya şüphesiz Partizan'ı koyarız. İlk beş maçta CSKA ve Barcelona'ya çok zor anlar yaşatan bu genç ekip 0-5 ile başladığı sezonda umutlarını kaybetmeyerek gruptan çıkma şanslarını son haftaya kadar taşımış durumdalar. Geçtiğimiz hafta kendi evlerinde Barcelona'ya uzatmada 67-68 yenilmiş olsalar da, azimleri ve taraftarlarının muazzam desteği haftanın en çok alkışı hak eden performanslarıydı.
Partizan'ın ardından sanırım Elan Chalon'u ve Blake Schilb'in tarifi zor lider oyununundan bahsetmek gerekir. Gruptan çıkma şansını 8. hafta kaybeden Chalon, hiçbir iddiası yokken evindeki son maçta Siena'yı 108-103 yenerek etkisi olmayan bir sürprize imza atarak, Top 16'yı Alba Berlin'den daha çok hak ettiklerini gösterdiler. Schilb ise maçı 9/12 iç saha, 3/5 üç sayı, 7/8 serbest atış isabetiyle 28 sayı, 7 ribaund ve 5 asist ile bitirerek tam 38 verimlilik puanına imza attı. Schilb'in gelecek sene çok daha iddialı bir takıma transfer olacağı kesin.
Olympiacos ve Panathinaikos'un, koç değişikliklerinden sonra işleri tam anlamıyla rayına koymaya başladığını söyleyebiliriz. Sezona fırtına gibi başlayan Zalgiris'te ise işler pek de iyi gitmemeye başladı. Bu hafta deplasmanda EA7 Milano'yu yenseler de üç haftadır hiç iyi bir grafik çizmiyorlar. Bu tablo kötü gözükse de, umarız Romanov kafatası koleksiyonuna Plaza'yı eklemek için fırsat kollamıyordur.
Son haftaya girilirken, umudumuz Fenerbahçe'nin kötü bir sürpriz yaşatmaması yönünde. Banvit maçındaki güzel oyun şüphelerimizi bir nebze de olsa azaltmaya yetti. Bakalım asıl sınavı verebilecek mi?



Anadolu Efes 76 - 91 Caja Laboral

Euroleague normal sezonunun 9. haftasında sahasında İspanyol ekibi Caja Laboral'i ağırladı Anadolu Efes. Temsilcimizin gruptaki son duruma göre aşağı düşmeyeceği kesindi. Bu maçta Laboral'i, son fikstürde de Zalgiris'i 14 sayı farkla yenmesi halinde ise 2. bitirmesi ihtimal dahilindeydi. En nihayetinde 3. olmak garantiydi diyelim. Yalnız hem prestij açısından hem de takımın geleceğe dair mesajları açısından içerideki bu müsabakayı kazanmak önemliydi.

İlk yarıda özellikle rakip uzunların boyalı bölgede kurmuş olduğu hakimiyet, ekibimize dezavantaj yarattı. Net bir şekilde alınamayan ribaundlar temponun yükselmesini engelledi. Nitekim Zan Tabak'ın gelmesinden sonra savunma sertliğini daha yukarılara çeken Caja, diğer tüm takımların başvurduğu anti-efes formülünü layıkıyla uyguladı. Nedir bu formül? Savunmada olabildiğince sert oynayıp kilit oyuncular(Farmar, Gordon, Vujacic) üzerinde baskı oluşturmak, hücumda da 24 saniye süresini sonuna kadar kullanmak(benim hatırladığım 5 basket var son saniyede atılan).


Bunun üzerine hücum ribaundlarında da oldukça etkili olan İspanyollar, Sinan-Doğuş ikilisinin baskısı karşısında amatörce hatalar yapsa da genel olarak direksiyondaki taraftı. Doğuş'un San Emeterio'ya yaptığı blok haftanın hareketlerinden olacaktır kuşkusuz. Oyunun genelini düşündüğümüzde gerek hücumda gerek müdafaada(ilginçtir bizleri birkaç maçtır bu söz grubunu kullanmak zorunda bırakıyor) takımın en etkili ismi olan Sasha Vujacic'in yanına ikinci, üçüncü oyuncular ekleyemedik. İkinci yarının başlarında hareketlenen ve bu devrede bulduğu 13 sayıyla maçı ortaya getiren Semih Erden de 'maç topu' denebilecek pozisyonlarda iki pota altında da kritik hatalar yaptı. Yine de Barac'ın korkunç oyununun(6 dakikada 0/1 2sayı 0/1 3sayı? 3tk 2fa) yanında 17 sayı 7 ribauntluk oyunu all-star performansı gibi gözüktü. Maç boyunca bir eşiğin altında sıçramayı bekliyormuş gibi oynayan, bir türlü beklenen atağı yapamayan ekibimize özellikle son çeyreğe ağırlığını koyan genç bir Fransız son kurşunu vurdu: Thomas Heurtel. Taylor Rochestie'nin bu maçta da olmamasını iyi değerlendiren genç guard, İspanya'da oynanan maçın aksine oyunun her iki tarafında da karşısındaki oyuncuya üstünlük sağladı. Skor yapmasının yanında oyunu da kontrol eden Heurtel'in göze batan olumsuz yönü, baskı altında yaptığı basit top kayıplarıydı(5 top kaybı).


Seyircisi önünde kazanmasını beklediğimiz Anadolu Efes'in grubu kaçıncı bitireceği artık belli oldu. Top 16'da bu performansın yetmeyeceğini koç Mahmuti de biliyor. Laboral ise potansiyeli belli bir ekip ama Efes'in son derece kötü oynadığı bu maçı ancak son çeyrekte koparabildiler. Üst tura çıkarlarsa ve aynı kadroyla mücadele ederlerse, T16 görmek onlar için kafi olacaktır.

-OZAN KEBAPÇI


Panathinaikos 69 - 55 Fenerbahçe Ülker

''Bir takım Simone Pianigiani'ye sahip olup, nasıl bu kadar teslimiyetçi bir oyun oynayabilir?'' sorusunu sorsalar, ''Pianigiani hiçbir zaman Washington Wizards'ı ya da Toronto Raptors'ı çalıştırmayacağı için böyle bir şey imkansız'' diyebilirdim en fazla. Fakat FBÜ bu sezon EL'de zoru başarıyor, peşi sıra gelen zorlu rakipler karşısında, fark biraz açıldığı anda dönüşü mümkün olmayan bir serbest düşüş haline giriveriyor. Üst üste iki hafta deplasmanda oynanan Real Madrid ve Pana maçları ziyadesiyle yüz kızartıcı nitelikte maçlardı Fenerbahçe adına. Açıkçası bu takım, F4 provası niteliğindeki maçların, sadece içerideki Panathinaikos maçı dışında(o maçta da çok büyük bir farkın son periyotta erimesine seyirci kalınmıştı ve ancak dokuz sayı farkla kazanılabilmişti) hiçbirinde iyi izlenimler bırakmadı. Özellikle son periyotlarda takımın genelinde gözlemlenen mental ve fiziksel çöküntünün sebeplerinin ne olduğuna dair elimizde hiçbir gösterge de yok. Genellikle bu tür sorunlar tecrübesiz takımlarda gözlemlenir ama bu takımın en önemli isimleri EL'nin elit-veteran sınıfı oyuncuları. Yeni kurulmuş bir ekip olmaları da artık bir mazeret sayılamaz; zira bu takım iki ayda 20 küsur maça çıktı. İşler giderek tuhaflaşmaya ve akıllardaki soru işaretlerine bir türlü çözüm bulunamamaya başladı FBÜ cephesinde. Maçların skorundan çok, takımların verimlilik puanları çok daha fazla şey anlatıyor aslında FBÜ'nün sıkıntısı hakkında: Real Madrid deplasmanında 77-61 kaybedilen maçta verimlilik puanı tablosu korkunç: 93-47. Panathinaikos maçında ise daha da rezil bir durumla karşı karşıyayız: 69-55'lik yenilgi ve 88'ye 37 olan bir verimlilik puanı istatistiği. Bu bize çok net bir mesaj verebiliyor aslında: FBÜ maça ortak olmak adına gerekli arzuyu ve inatçılığa bir türlü sahip olamıyor. Mirsad'ın gidişi kesinlikle bir bahane olamaz, bu takımın karakterli oyuncu sayısı hala fazla. Fakat sahaya baktığımızda bu isimlerinde bir akıl tutulması içinde olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. McCalebb hala sağlıklı değil kabul, ama mesela Ömer Onan'ın nesi var? Yaptığı top kayıplarının ve şut seçimlerinin açıklaması yok. Daha önceki yazılarımda David Andersen'in ve Bogdanovic'in saha içinde oldukları sürece sıcak tutulmaları gereğinden bahsetmiştim; Madrid maçında Bogdanovic için işler yolunda gitti; fakat Panathinaikos maçında 2/11 ile 6 sayıda kaldı. David Andersen ribaundlarda son 3-4 maçtır oldukça özverili, ama bu özverisi karşılıksız kalıyor; doğru pnr ve pnp'lerle beslendiği pozisyon sayısı iki ya da üçtür. Burada takımın yönetici isimlerine de bir paraf ayırmak gerek. Preldzic 1 ve 4 numarada değil de 3 numarada kullanılmasının da etkisiyle iki maçta da asıl kimliğinden oldukça uzaktı. Barış'ta da gözle görülür bir form düşüklüğü var. Hal böyle olunca bütün iş Bo'ya kalıyor; fakat onun da birincil görevi set hücumu üzerinden takım arkadaşlarına pozisyon hazırlamak değil. Fenerbahçe ne akilane oyuncularına fırsat tanıyacak set temposuna ulaşabiliyor, ne de elindeki 'Flash'i yararlı kılacak yarı sahayı hızlı geçme taktiğini uygulayabiliyor. İki maçta yapılan toplam 14 asist ve 31 top kaybı FBÜ'nün hücumdaki organizasyonsuzluğunun özeti zaten(Real Madrid maçında 4 asist 17 top kaybı!); bir yandan ribaundlardaki zafiyet iki maçta da devam etmiş bulunuyor.

FBÜ bu noktaya kadar, deplasmandaki Cantu ve Khimki maçlarında bir F4 adayının yaşaması gereken mental zorlanma eşiğini çoktan aşmıştı. Ve anlaşılan o ki, bu maçların tahribatı üzerine gelen farklı Union Olimpija galibiyeti de takım üzerindeki kara bulutların dağılmasında yardımcı olmamış. Bu son mağlubiyetler takımın kolektif yapısında ve oyuncularda açıkça görülen özgüven problemi üzerinde nasıl etkiler gösterecek merakla bekliyorum. Ama şöyle bir gerçek var: F4 adayı bir takım, ne olursa olsun Top 16 şansını grubun son maçına bırakmamalı.

-BERK ÇETİN


CSKA Moskova 87 - 72 Beşiktaş JK

THY Euroleague'de bir haftayı daha ligin sponsoruna yakışmayacak bir şekilde tamamladık. Yine de üç temsilcimiz arasında bu hafta için en olumlu sinyallere sahip takım olarak Beşiktaş'ı görüyorum. Erman Kunter'in son 16 takım arasına kalmayı garantiledikten sonra bundan sonrası için ne yapabilirim arayışlarına geçip özellikle hücum varyasyonlarını arttırmaya çalıştığını gördük.


Daha grup maçları bitmeden takımdan ayrılması gerekenler ve kadroya katılanlar belirlendi. Daha önce de değindiğimiz üzere aldığı sürelerde takıma ayak bağı haline gelmiş Dasic kadrodan ayrıldı ve herkesin beklediğinin aksine kadroya bir uzun yerine 2005 yılı NBA Draft'ı 32. sıra seçimi Daniel Ewing kadroya katıldı. Avrupa'daki altıncı yılına giren Ewing'in kadroya uyum sağlamasının çok zor olacağını düşünmüyorum; zira takımın başında birebir ilişkilerde üst düzey bir koç olan Erman Kunter bulunuyor.
Buna ek olarak yaşadığı forma skandalından sonra iki yılını Avrupa'da geçirmiş Cemal Nalga'nın takıma katılacağı söyleniyor ve konuya Erman Kunter tarafından da değinildi. Kendisinin yaş olarak genç olduğunu, pota altında takıma oldukça büyük katkı vereceğini ve kendisini Türk Basketbolu'na geri kazandırmak istediklerini belirtti. Ben bu durumun çoğu Beşiktaş taraftarını rahatsız edeceğinden emin olsam da çok mantıklı bir transfer olarak görüyorum. İki yıllık yurt dışı seferinde Eurocup ve Euroleague tecrübesi edinen Cemal Nalga, elit takımlara karşı çok tıknaz kalan Falker ve faul bağımlısı Vidmar ile sınırlı olan pota altı rotasyonuna soluk aldıracaktır. Erman Hoca'nın Dasic deneyi kötü reaksiyon gösterse de, bu sefer bir avantaj olarak dil faktörünü kullanabilir.


Beşiktaş maça beklenilenin aksine farklı bir ilk beş ve tamamen farklı bir hücum anlayışı ile başladı. Dasic'in gidişi sonrası Cevher'in daha çok süre alması bekleniyordu fakat ilk beşte başlaması şaşırtıcıydı. İlk beş sayı Patrick Christopher'dan geldi. PC'nın katkı vermesi çok çok önemli; çünkü performansında sürekli dalgalanmalar yaşayan bir skorere sahipseniz, maç içinde sürekli farklı planlar ortaya koymak zorunda kalırsınız. Bunun yanında, maça oynamayı değil oynatmayı düşünen bir Jerrells izleyerek başladık. Jerrells ilk çeyrekte 4 asist ile oynadı ve bunun yanına 6 sayı ekledi. İlk çeyrekte, Beşiktaş'ın oyuncu özellikleri göz önüne alındığında en önemli silahlarından biri olan alan savunması çok iyi kullanıldı. Daniel Ewing, PC(Muratcan) ve Jerrells'ın aynı anda sahada yer aldığı zaman bu savunmanın oldukça etkili olacağı gün gibi ortada, Erman Kunter iki solak guard'ın rakip hücumcular üzerindeki şaşırtıcı baskısını Top 16'da daha fazla kullanacaktır. İlk çeyreği çok üstün bir şut performansı ile 28 sayı atarak bitiren Beşiktaş, ikinci çeyrekte de -aynı verimliliği sağlayamasa da- 23 sayı buldu ve ilk yarıyı 51-46 önde tamamladı.
İkinci yarıda takımın sadece 21 sayı bulması ise ilk yarıdaki muhteşem performansı tamamen gölgelemeye yetti. Üçüncü çeyrek laneti yine Beşiktaş'ın peşini bırakmadı. İlk yarıdaki verimli top paylaşımından uzak bir oyun sergilenmeye başlayınca art arda üç hücumda Vidmar'ın kötü pasları rakibin hızlı hücumlarına dönüştü ve toplam altı sayıyı potamızda gördük. CSKA'nın savunmada vitesi üst seviyeye çıkarması hücumdaki akışı bozdu ve hücumda da el üstünden zor şutlarının girmesi son çeyreğin sonuna kadar Beşiktaş'ın ilk yarıdaki sayı avantajını kaybetmesine neden oldu. Maçı da 15 sayı farkla kaybetmekten kurtulamadı.

Beşiktaş dönem dönem oyuncularının iyi gününde olması sayesinde elit takımlara maçın bazı sekanslarında çok büyük zorluklar yaşatabileceğini bu maçta da gösterdi; fakat bu takımın asıl kozu asla 'gününde olan oyuncuların balı' olmamalı. Deplasmanda oynanan Barcelona maçı bunun en güzel kanıtı aslında. Beşiktaş bu oyuncu grubuyla hücumunu özellikle savunmadaki(özellikle alan savunması ve 1-2-1-1 tam saha baskısıyla) boğuculuğundan beslenerek istikrara kavuşturabilir.

-MEHMET UMUR

3 Aralık 2012 Pazartesi

Kayserispor 1 - Fenerbahçe 1

Süper Lig'in 1-2 sene öncesine kadar ligin en zor deplasmanı sayılan ve şampiyon adaylarının sene başında hesap yaparken puan kaybını tahammül edilebilir olarak gördüğü deplasmanındaydı Fenerbahçe pazar gecesi. Elbette Şota'dan sonra Kayseri eski gücünden yoksundu ve belki de en önemli özelliği olan sıkı savunmayı kaybetmiş, hatta ligin en kötü savunma yapan takımlarından biri haline gelmişti. Galatasaray'ın da Arena'da 1-1 berabere tamamladığı Gaziantep maçının da rüzgarını arkasına alarak çıktı Fenerbahçe Kadir Has Stadı'na.

Fenerbahçe'nin onbirinde bir sürpriz olmadı. Sezer'in son haftalarda sergilediği iyi performans Kocaman'ın Baroni'sini kesecek seviyede değildi. Aslında burada Baroni konusuna bir parantez açmak istiyordum ama Fenerbahçe'nin şu an en büyük probleminin Alex'li sisteme devam etmesi ve elinde Alex ayarında bir yetenek bulunmaması olmasından ötürü parantez açmaktan öteye gitmek istiyorum.


Alex gittikten sonra çok tartışılan Alex'li sistemin de artık oynanmaması beklenirdi ancak Kocaman aynı oyun düzenini devam ettirdi ve Alex'in yerine Baroni'yi yerleştirdi. Baroni'nin hücum özelliklerinin sınırlı olması, Alexvari asist ve pasların yanından dahi geçemiyor olması Fenerbahçe'nin hücüm gücünü önemli derecede düşürdü ve düşürmeye devam ediyor. Sezer'in son zamanlardaki etkili performansını Kayseri'de de gördük. Gökhan Gönül Sow'a pas verdiği pozisyonda direkt kaleye vurmayı düşünse asist hanesine 1 puan yazdırabilirdi Sezer. Ancak  Fenerbahçe'nin hücumdaki yaratıcı oyuncu eksikliğinin ilacı Sezer Öztürk değil. O bölgeye çok daha ofansif bir oyuncu dahil edilmeli. Baroni'nin hücümdaki yetersizliğinin yanında da savunmaya katkısı çok az olunca(Alex'in yerinde oynadığı zamanlarda) Kocaman'ın istediği o mücadeleci takım rüyaya dönüşüyor ve üstelik eski hücüm kalitesinden de uzaklaşmış oluyor.


Özetle Fenerbahçe'nin sezon başında Baroni'nin oynadığı bölge olan Mehmet Topal'ın önü ve 4-2-3-1'in ikilisinden biri en büyük problemken şu an yine Baroni'nin oynadığı 4-2-3-1'de üçlünün ortası en büyük problem haline geldi. Baroni'nin bütün özelliklere ''biraz'' sahip olması Fenerbahçe'yi kısır bir döngüye soktu. İlk problem Meireles'in transferiyle çözüldü. İkinci problemin nasıl çözüleceğini bekleyip göreceğiz.


Kayseri maçında Fenerbahçe'nin belli dönemlerdeki baskılarına rağmen bunu uzun bir süreye yayamadığını ve rakibini bunaltamadığını gördük. Caner'in çok etkili olamaması ve Kuyt'un tam bir kanat oyuncusu olarak oynanaması Fenerbahçe'nin kanat organizasyonlarının koordinasyonlu bir şekilde gelişmesini engelledi. Burada Hasan Ali için birkaç şey söylemek istiyorum. Fenerbahçe'nin en istikrarlı oyuncularından biri olmasına rağmen performansı bir türlü vasatı aşamıyor. İsabetli ortası neredeyse yok. Bu kadar göze çarpmamasının nedeni kanaatimce ortalarının çok kötü yerlere gitmemesi. Topu ceza sahası içine düzgün bir şekilde yolluyor ama bu denemeler 'talihsiz' sıfatına haiz olmaktan öteye gidemiyor.

Kayserispor maçında Fenerbahçe'nin beraberliği kurtarmasındaki en büyük etkenlerden biri de milli maçlar dışında kesinlikle iyi bir sezon geçiren Volkan. Yaptığı saçma bir boşa çıkma hatasının dışında mükemmel oynadı ve çok önemli kurtarışlar yaptı.Volkan'nın en büyük özelliklerinden biri Fenerbahçe'nin çok iyi oynamadığı ve pozisyon verdiği maçlarda yüksek konsantrasyonla oynamasıdır. Fahiş hatalarını çoğu kez Fenerbahçe'nin iyi oynadığı ve rakibin çok az geldiği maçlarda yapmıştır. Son dönemde takımın gerek saha içi gerek saha dışında liderliğini üstlenmesi mental olarak ne kadar yol kat ettiğinin bir göstergesi kuşkusuz. Bu Volkan'a takımın her zaman ihtiyacı olacaktır.



2012-2013 sezonunda, sarı-lacivertliler iki ileri bir geri giden takım izlenimi vermekte, bu aynı zamanda Baroni'nin takım içindeki rolüne uyum süreciyle de paralellik gösteriyor. Lafı fazla uzatmadan şunu söylemek gerekir ki; nasıl oynarsa oynasın Alex'sizliğe Baroni ile alışmaya çalışmak, bir Fenerbahçe taraftarı için tartışmasız işkence kategorisinde yer almakta ve yer almaya devam edecek.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Euroleague 7. hafta değerlendirmesi

Fenerbahçe Ülker 85 - 68 Union Olimpija

Bu maçtan önceki iki maçta sırasıyla Cantu'ya yirmi dört sayı farkla, Khimki'ye de dramatik bir son saniye basketiyle yenilen Fenerbahçe Ülker, özgüven tazelemek adına çıkıyordu Olimpija maçına. Nitekim beklendiği gibi rahat bir galibiyetle ayrıldı sahadan FBÜ.

Geçen hafta Cantu maçında Page ve Baynes'in hücumdaki rollerini çalan Blazic'in etkinliğinin sadece tek bir maçlık olduğunun anlaşılması, Blazic'in tutukluğuna Prepelic'in de eşlik etmesi, Olimpija'nın ezici ribaund üstünlüğünün skora yansı(tıl)maması ve ilk devrede iplerin hep sıkı tutulmasıyla maçın ikinci yarısının rölantide geçmesi sağlanmış oldu. Blazic ve Prepelic'in ilk yarıda güven kazanmalarına engel olan Ömer, Sato ve Bo'yu savunma konsantrasyonlarından dolayı ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Bu kelepçe üçlüye, Bogdanovic de artık alıştığımız ''ilk çeyrekte skorumu yaparım gerisine karışmam'' performansıyla(ilk çeyrekte 5/5 iki sayı, 4/4 serbest atış isabetiyle 14 sayı buldu) eşlik etti. İkinci çeyrekte Emir ve Andersen, üçüncü çeyrekte Bo, dördüncü çeyrekte de Ömer ve İlkan sayı yükünü üstlenince maç boyunca FBÜ hücumda hiç sıkıntı çekmedi; takım halinde sadece 6 top kaybı yapmaları ve rakibi 14 top kaybına(Waters, Blazic ve Prepelic 8 top kaybı) zorlamaları onlar adına savunmada belirleyici istatistiklerdi. Bunun yanında, Batiste ve Andersen daha önce hiç olmadıkları kadar isteklilerdi boyalı alanda. Olimpija'nın azmanlarıyla da iyi boğuştular; ama esasen kısa oyuncuların üstüne kara bulut gibi çöktüler. İki veteran uzunun yanında Bo McCalebb de FBÜ'deki en istekli EL maçını oynadı; belki hücumda ekstra bir katkı yapmadı ama savunmada elleri hep rakibin topunu çalmak üzere tetikteydi. Savunma konsantrasyonu bu kadar yüksek olunca Olimpija'nın 43-29'luk ezici ribaund üstünlüğü(Alen Omic 13, Baynes 10 ribaundla oynadı) de hiç rahatsız etmedi FB Ülker'i.

FBÜ sahada yeterli süre alan herkesten gerek savunmada, gerekse hücumda verim almayı başardı bu maçta. Herkes sorumluluk aldı, herkes birbirine yardım etti, birbirinin açığını, gediğini kapatmak için bütün oyuncular arzuluydu. Böyle olunca, maç da baştan sona çok rahat geçti; aynı saatlerde futbol takımının da Avrupa Ligi'nda gruptan çıkmayı garantilemek için oynanacak kritik Marsilya maçı olunca bu rahatlık ziyadesiyle salondaki seyircilere de yansıdı. Ülker Arena'da sezon başından beri hiçbir zaman ortalama bir ambiyans bile yaratılamadı fakat bu maç herhalde en kötüsüydü; ve açıkçası yüz kızartıcıydı. Herhangi bir bölgesel lig veya yatakhanesi olan bir okulda yatılı-gündüzlü maçında daha arzulu bir taraftar grubu görmeniz her zaman daha mümkündür.

Tribün sorununu bir kenara bırakırsak, bu maçta FBÜ adına bir üzücü durum daha yaşandı: Barış Ermiş'in sadece 5 dakika sahada kalıp, ikinci yarı hiç süre alamaması buruk bir sevinç yaşanmasına sebep oldu. Bo ve Bremer'ın ikisi de sağlıklıyken Barış'ın Pianigiani'nin planlarında hiç yer almadığı konusunda artık hepimiz hemfikiriz sanırım. Barış kısa süreli son çeyrek performanslarıyla kritik deplasmanlarda FBÜ'ye bir tane maç kazandırdı, birini de almak üzereyken KC Rivers'ın son saniye basketine takıldı. Bu önemli hizmetlerin karşılığını bir türlü alamaması bizi ne kadar derde sürüklediği ortada, kendisi ne haldedir düşünmek dahi istemiyorum. Özellikle Barış'ın küstürülmemesi lazım; çünkü onun gibi zeki ve kalifiye bir yönetici oyuncuya her zaman her takımın ihtiyacı vardır.

Fenerbahçe Ülker, Madrid ve Pana deplasmanlarına başlamadan önce olumlu bir portre çizdi diyebiliriz. Bu maçtaki performanslara ek olarak, Bogdanovic ve Andersen'in elleri maç(lar) içinde daha uzun süreler sıcak tutulabilirse, Bo da ekstra katkılar yapmaya başlarsa son üç maçın en az ikisini kazanması için önünde hiçbir engel yok bu takımın. Yalnız son haftadaki Cantu maçında sadece galibiyet yeterli olmayacaktır; bu takımın -deplasmanda dahi olsa- Cantu gibi bir takımdan -hem de 82 sayı yiyerek- 24 sayı fark yemesi kabul edilebilir bir şey değil. Son haftaya girildiğinde Cantu maçı bir formalite maçından ibaret olsa da, F4 iddiasıyla sezona giren takımın taraftarları 10-15 sayılık bir galibiyet ile tatmin olmayacaktır.

-BERK ÇETİN



Beşiktaş 83 - 72 Brose Baskets Bamberg

Euroleague 7. hafta maçında Beşiktaş sahasında, sıralama açısından gruptaki en önemli rakibi Bamberg'i ağırladı.Rytas ve Partizan'ın kaybettiği bu haftada olası galibiyet ekibimizi Top 16'ya yükseltecekti.Tutku Açık'ın sakatlığı sebebiyle tribünde oturduğu bu maç öncesi kısa rotasyonunun nasıl reaksiyon vereceği merak konusuydu.Nitekim Jerrells sahada 37 dakika kalarak ruhunu teslim etti.Cevher Özer'in de olmadığı bu maçta Dasic'in patlama yapmasını beklemek hepimizin hakkıydı.Ancak bünyemiz hayal kırıklığına alıştı.Bamberg cephesinde ise koç Fleming kazanmak zorunda olduğu bu maça henüz sağlığına kavuşmayan Ogilvy kozundan mahrum çıkarken, tecrübeli Teddy Gipson, Bostjan Nachbar gibi oyuncularına güveniyordu.

Beşiktaş ilk çeyreğe çok arzulu girdi.Hem hücumda hem savunmada aktif ayaklar ve uzanan kollar gördük.Şut yüzdesi düşük başlasa da hücum ribauntlarını süpürerek kendine ikinci şanslar yarattı temsilcimiz.Son dönemin formsuz ismi Patrick Christopher da maça oldukça sıcak ve faal başlayınca kontrol çok geçmeden ekibimize geçti.Buna karşılık tecrübeli şutörü Jacobsen ile etkili olmaya çalışan Bamberg, yakaladığı her fırsatta tempoyu yükselterek mahkum oynamaya gelmediğinin mesajını verdi.Kartal'da PC dışında dışarıdan atıcı bulunamayınca fark açılmadı.Jerrells ve Muratcan boş şutları kaçırırken, bu bölümde Vidmar pota altında adeta O'neal gibi oynadı.4/15 başlayan şut yüzdesi de Vidmar ve Christopher sayesinde biraz toparlandı.

İlk periyotta takımın hem topa yön veren oyuncusu hem de skoreri olan Jerrells'ın, bir oyun kurucu olarak asli görevi olan 'pas akışını sağlama'yı başardığını gördük.İkinci çeyrekte oyun biraz durağanlaştı ve Jacobsen'den bayrağı devralan Slovak skorer Anton Gavel şut partisi yapmaya başladı.Bamberg onun önderliğinde 8-0'lık seri yakayınca koç Erman Kunter hemen molayı aldı.Moladan sonra özellikle Falker ile savunmada sertleşen Kartal, hücumda Christopher'ın yanına ikinci bir oyuncu ekleyemeyince ve Bamberg Nachbar, Gavel ve Jacobsen ile 3 sayı partisi yapınca fark rakip lehine açıldı.Hakemlerin Markota'yı linç etme kampanyası ise gecenin en anlaşılmaz hareketiydi.Kaldı ki tüm takdir haklarını (Markota'nın teknik faul aldığı pozisyonun hemen sonrasında Vidmar'ın kafasına baltanın indiği pozisyonun takdir hakkıyla falan alakası yok, hakem yaklaşık  metre uzaktaydı.) deplasman ekibinden yana kullanmak Euroleague hakemlerinden görmeye alışık olduğumuz bir tutum değil.

Markota - Jungebrand olayından pozitif etkilenen ekibimiz ikinci devreye sıkı savunmayla başladı.Muratcan Gevel'i kilitlerken Falker da potaya yaklaşanlara hoşgeldin hediyesi veriyordu.Hücumda da Christopher'ın dışarıdan skor bulmasıyla birlikte 10 - 2'lik bir seri yakalandı.Maça hücum performansıyla giren Christopher geceye asıl damgayı pivot Zirbes'e yaptığı blokla vurdu.NBA takipçileri hatırlayacaktır,2006 NBA final serisinde Jerry Stackhouse Miami forveti Udonis Haslem'e benzer bir blok yapmıştı (Şahsen benim en sevdiğim bloktur.).Ancak dün gece blok ve Falker arasında bir eşitlik kuruldu.Yaptığı blokların hepsi birbirinden güzeldi.Üçüncü çeyrekte 20 sayıya ulaşan PC daha sonra 3 faule ulaşınca kenara gelmek zorunda kaldı(Bir daha da sayı kaydına muvaffak olamadı.).Üçüncü çeyreğin asıl kahramanı ise Markota'ydı.Çeyrek toplamında 12 sayı bulabilen Bamberg'e bu periyotta 13 sayı atarak hakemlerin katl işleminden gürbüzleşerek çıktığını kanıtladı.

Son çeyreğe ise Curtis Jerrells 3 sayı ile başlayarak olayın içine girdi.Brose hücumları ise Muratcan'ın Gavel üzerindeki etkili savunmasına ve Falker'ın pota altını karartmasına binaen çöküş içine girdi.Gelen 6-0 Beşiktaş serisi farkı 14'e taşıdı ve maç Alman ekibi için dönülmez bir yola girdi.Farkı eritmek adına yaptıkları uzun mesafeli atışlar da ilk yarıdaki kadar yüksek yüzdeli olmadı.Falker savunmada oynadığı her dakikaya damga vururken; ilk periyotta Christopher-Jacobsen, ikincide Gavel, üçte Markota, son çeyrekte ise Jerrells en etkili oyunculardı.

Öncelikli hedefi olan T16'yı, fikstürün bitimine 3 maç kala garantileyen siyah-beyazlıları bu FEDA sezonunda ve tecrübesiz olduğu bir arenada yakaladığı başarı için tebrik ediyorum.